“Bir şey üreten ve olayları olduran küçük bir seçkin grup, Olup biteni seyreden oldukça büyük ikinci grup, Nelerin olup bittiğini bilmeyen muazzam kalabalık.”
Nicholas Murray Butler
ABD li filozof, diplomat
Önce laikliği bir kenara itip,şeriat düzeninde din tabanlı bir devlet kurmak için, hiç çekinmeden söylemlerimizde de bunu açık seçik anlatarak, kolları sıvıyoruz. Bunun ne getirip, neler götüreceğini belki de hiç düşünmeden, üsteleyerek bunu yapıyoruz. Ama başlıca hesabın iktidara gelip, onu elde tutmak olduğu da açık bir gerçektir… Sonunda iktidar partisi kapatılma isteğiyle Yüksek Mahkemeye veriliyor. Ardından Yüksek Mahkeme kararını önleyebilmek için, çok tehlikeli sonuçlar doğurabilecek, Anayasa değişikliği girişimi düşünülebiliyor.
Öte yanda ulusu isyana kışkırtmak için bir çete kurulduğu öne sürülerek, bir çok önde gelen aydın kişi savcının emriyle sabaha karşı evlerinden alınıp tutulanıyor. Sonra öyle olmadığı anlaşılarak bunlar serbest bırakılıyor.
Bu olanlar sizce akıllıca davranışlar mıdır?… Dahası, memleketin yararına olan girişimler midir?..
Yoksa, pozitif insan zekasından uzak olup, uzunca bir dönemin kaybına neden olan atılımlar mıdır?..
Bize göre, uzun zamandır anlatıp savunduğumuz “tilki zekası”, demek ki ilkel zekanın bir ürünü olmak gerekir bütün bunlar… Bakınız bundan önce bu konuda neler yazmıştık, bir görelim (9 Nisan 2007 tarihli makaleden) :
“Bir de sıklıkla, önemle üzerinde durduğumuz “tilki zekası” olgusu vardır. Üzülerek söylemek gerekir ki atmış yıldır, demek ki yaklaşık üç kuşak boyunca toplumumuzda bu tür zeka yüceltilmlş, en çok para kazanıp biriktiren en zeki kişidir denmiş, dolaylı olarak herkez bu yöne yönlendirilmiştir.
Oysa para kazanmanın, gerçek insan zekası ile hiç ilişkisi olmayan bir sürü yolu vardır. Bu tutum, yüceltilenin bir ilkel zeka olduğu bilinerek mi, yoksa bilinmeden mi yeğlenmiştir?… Araştırmaya değer. Ama sonuçta görülen o ki, büyük çoğunluk “tilki zekası”nı benimseyip onunla yetinir olmuştur. İşte yazar Aziz Nesin’in, Türk ulusunun zeka düzeyi için ayrıntıya inmeden söyledikleri buradan kaynaklanmaktadır.
Gerçekten de, Kuzey İrlanda’daki Ulster Üniversitesinin yaptığı araştırmalarda, Türklerin zeka (IQ) ortalaması 90 olarak bulunmuştur. Türkler bu oranla, Avrupadaki zeka ortalaması sıralandırılmasında 23 ülke arasında 22 inci sırada yer alarak, sondan ikinci oldu. (Posta Gazetesi 27 Mart 2006).
Yazar Erol Mütercimler de bir yapıtında şöyle demekte : “Biz aklıyla değil duygularıyla düşünen bir milletiz. Dolayısıyla düşünemeyen ama tepki gösteren; sevgisi öfkesi abartılı olan bir toplumuz.” Bu yüzden aklıyla düşünen batılıları anlamakta güçlük çekiyoruz. Aynı nedenden ötürü, batılılar da bizi anlayamayıp şaşkınlık içinde kalıyorlar. Öyle ki, Türkleri anlamanın yollarını anlatan kitaplar yayınlamak zorunluluğu duyuluyor.
Aşağı yukarı herkezin bildiği, İsmet İnönü için söylenen ünlü bir söz vardır : “Onun kafası içinde dokuz tilki dolaşmakta, ama hiç birinin kuyruğu birbirine değmemektedir” denilir. Bu söz, İnönü’nün akıl gücünü anlatmak için kullanılır olmuştur. Demek ki birinin zeka düzeyini anlatmak için aklımıza tilkiden ötesi gelememektedir. Çok acı, dahası karanlık bir durum. Böyle düşünenler acaba deha için nasıl bir tanım getirebilirler?… Elbette kocaman bir “HİÇ!!”.
Daha da ötesi, zeka konusunda kendimize en üst nokta olarak tilki zekasını (=hayvan zekası=ilkel zeka) hedef almışsak pek çoğumuz, kaçınılmaz bir biçimde, bunun da altında kalmak zorunda olur. Nasıl ki, hedef üstün zeka (IQ 145 ya da daha üstü) olunca pek çoğu bunun altında, örnekse IQ 85 – 115 arasında kalmaktadır.
Her nekadar zeka bir tanrı vergisi ise de, tanrı bunu canlılara geliştirebilecekleri bir çekirdek yapı olarak bağışlamıştır. Bütün insanların % 97-98 i gelişebilecek bir zeka gücüyle dünyaya gelir. Hiç kimse 30-40 yaşındaki aklıyla doğmaz. Demek ki, doğumumuzla birlikte bize verilen zeka gizel gücünü yaşamımız boyunca geliştirme olanağımız vardır. Bunu seçilen bir noktaya kadar yükseltebilmek bizim elimizdedir. Konuyu bu çalışmanın 2 nci bölümünde incelemeye almıştık.
Hal böyle olunca, ne için zekamızın gelişmesi için en aşağı düzeyi hedef alıp, onu hayvan zekası düzeyinde tutalım?.. Tilki zekasını öğüp göklere çıkararak, bütün toplumu gelişmekten yoksun bırakalım?… Bunu ancak kendi zekaları alt düzeyde olanlar yapabilir. Ya da toplumun üzerinde kötü, karanlık oyunlar tasarlayanların işi olabilir bu. Bu iki olanağın dışında üçüncü bir koşul gelmiyor akla.
Bütün bu gerçekleri göz önüne alarak, zeka kaybı yüzünden bağımsızlığımıza kadar herşeyimizi kaybetmek istemiyorsak, konuya bir parça daha yakından bakmamız gerekliliğini duymalıyız. Çünkü gerçekten de günümüzde emperyalizm (yayılımcılık, yayılmacılık), toplumların zeka düzeylerini düşürerek iş görmektedir. Bir vakitler Çin’e düzenli biçimde uyuşturucu sokarak, hem bol bol para kazandılar, hem de halkın tümüne yakınını alıklaştırma yolunu tuttu emperyalistler. Böylece Çin’den bir parçayı koparmayı da başardılar (1842 de yapılan Afyon Savaşları’nın ikincisi sonucunda). Nerdeyse tümden de başarılı olacaklardı. Ama Çin halkı bu gün bu musibetten kurtulmuştur.
Bizde de, tilki zekası ululandırılarak, ayrıca, var olan zekaları da yok etmek için, uyuşturucu tuzağına da düşürerek, akıllarımız belli bir düzeyin altında tutulmak isteniyor gibi gözükmektedir. Bu oyuna gelmeyelim. Çünkü tilki zekası, sadece cep doldurup köşeyi dönmeyi hedeflediği için hırsızlığın, dolandırıcılığın. kötüye kullanımın (suiistimal), hortumculuğun, korsanlığın, özetle ahlaksızlıkların tümünün kaynağıdır. Bu akıldaki kişiler, toplumda iyi görünen ne yaparlarsa yapsınlar, bulundukları yer ne olursa olsun, topluma zararlı işler göreceklerdir. Çünkü sahibi oldukları güdük aklın gereğidir bu.
Böylece giderek ahlak bozulur, değer yargıları alt üst olur, adalet düşüncesi yok olur, sanata yaklaşım biçimi değişir. Sonuç büyük bir çöküntü olacaktır. Hiç unutulmamalıdır ki, gerçek yüksek düzeyde lnsan zekasına sahip olan bir kişi, hiç bir koşulda ahlaksızlık yapmaz, yapamaz.
Zeka konusuyla yakından ilgilenip onu nasıl geliştirebileceğimizin yollarını arayıp bulalım. Bunun için eğitim yapımızı kökten değiştirelim. Ayrıcalıksız her çocuğumuza eğitim eşitliği olanağını getirelim. Gerekiyorsa ana-baba’ları da eğitelim. Hepimizin yaşam düzeyimizi yükseltelim ki, açlık ya da tekdüze beslenme yüzünden çocuklarımızın zekası geri kalmasın. Onları uyuşturuculardan uyarıcılardan, topyekun bağımlılık yapan maddelerden uzak tutalım. Doğacak çocuklarda zekanın yok olabileceği akraba evliliklerini önleyelim. Anne adaylarının, doğacak bebeğe zarar verecek biçimde yaşamlarını sürdürmelerine izin vermeyelim. Deha düzeyinde olan gençlerimize özel eğitim olanağı sağlayalım. Bu tür gençler doğal zenginliğimiz niteliğindedir. Bilim ile sanat onların çabalarıyla gelişecektir.
Sade bizim için değil, ama bütün dünyada, yaygın bir alışkanşlık olan bilimsel araştırmalardaki gevşek davranışlardan kaçınalım. Belki böylece, bazı bilimsel disiplinlerdeki üç beş yılda bir yapılan görüş (concept) değişikliklerinden kurtulma olanağı bulunabilir. Bu, özellikle biyoloji ile tıp alanında görülmektedir. Zekanın gereği gibi kullanılması bunu önleyebilir. Gerçekten de görüş değiştirilmesi, bilimde sık görülen bir durum değildir. Örnek mi istersiniz? 2 X 2= 4 deyişi acaba kaç yılda bir değişmektedir?… Hiç değil mi?… İşte bilimsel gerçeklilik böyle olmalıdır. Çünkü bilimsel gerçeklilik dediğimiz kurallar topluluğu, aslında, evrenin yaratılmasıyla ortaya çıkmış olup, sonradan biz insanlarca büyük uğraşlar sonu keşfedilmeye çalışılan, Tanrının koyduğu kurallardır. Adını doğa kurallarıdır diye koysanız da sonuç değişmez. Konuya bu açıdan bakınca ikide bir, bilimsel gerçeklik adı altında, görüş değişmesine olanağın hiç olmadığı kolayca anlaşılabilir.
Bilimsel gerçeklere varabilmek için büyük çaba harcıyoruz. Çünkü Tanrı gibi düşünebilme olanağımız yoktur. Olsa idi bütün “bilimsel” dedimiz gerçeklere hemen ulaşmış olurduk. İşte deha’lara bunun için gereksinim vardır. Onlar, ortalama kişiye göre çok daha kolay problemi çözme yetisiyle donanmışlardır. Gerçekten de bilimde, ikide bir görüş değiştirmek, kesin gerçeğe bir türlü ulaşamamaktan ileri gelmektedir. İşte burada zekanın önemi, tartışılmaz bir biçimde ortaya çıkıyor. Tersi durumda, demek ki zekayı bir tarafa koyarak, ortaya konulan işlem bilim değil, ama sanat ya da zenaat olabilir.
Fakat hiç unutmayalım ki sanat ya da zenaat’ın da, zekaya dayalı değişmez kuralları vardır. Orada da ikide bir keyif gereği kural değiştirilmez.
Özetle, gerçek insan zekası olmadan hiç bir taş tam yerine konulamaz. Ne bilim, ne hukuk, ne sanat ne de zenaat gereği gibi yapılamadığı gibi hepsi de, bütün yaşamı da içine alarak, yozlaşır. Bütün bunları göz önüne aiıp doğru olan akıl yolunu seçtikten sonradır ki, ulu önder ATATÜRK‘ün sözlerini rahatlıkla tekrarlayabiliriz : Türk milleti zekidir, Türk milleti çalışkandır!… Ne mutlu Türküm Diyene!…”
Ne yazık ki toplum olarak ucuz, bayağı kurnazlıkları üstün zeka belirtisi gibi görmeye başladık. Bu durumdan bir an önce kurtulmamız gerekir. Yoksa, içerde yapmakta olduğumuz yanlışlıklar bir yana, dünyadaki bütün yayılımcıların (emperyalistlerin) istediği en uygun duruma gelmek üzere olup olmadığımızı tartışmak gerekir. Kaldı ki bu yayılımcılar memlekette terörü de bir silah olarak kullanmak için teröre yardımda da bulunarak harekte geçmiş durumdalar.
Hiç unutmayalım ki, bize 60 yıl önce (üç kuşak boyunca) yapılmaya başlanan bu “tilki zekası” enjeksiyonları, kolay yönetilir sessiz bir toplum elde edip, kolay oy alabilmek amacıyla başlamıştır. Demek ki amaç, iktidarı elde edip orada kalabilme amacıydı.
Bu güne kadar süregelen bu kısır döngüye, toplum olarak “dur” diyebilmeliyiz.
Tanrı hepimize aklımızı başımıza toplama olanağı bağışlasın… Amin!..