verba volant, scripta manent
“söylenmiş kelimeler uçar, yazılmış kelimeler kalır”
Müziğin özünü oluşturan dizem (rhythm) duygusu insanın yaratılmasıyla birlikte vardır. Öyle ki ana rahmindeki dölüt (embryo) annesinin kalb seslerinden oluşan dizem’i dinleyerek gelişir. Dizem duygusundan sonra, melodik seslerin bir araya gelmesinden müzik doğdu. Başlangıçta meydana getirilen müzikal yapıtlar kuşaklar boyu kulaktan kulağa söylenerek sürekliliğini koruyabiliyordu. Bu yüzden, tarih boyu tamamına yakını kaybolup gitmiştir.
Müzikal ses ile ritmik düşünceleri bir takım yazılı şifreler aracılığı ile nakletme yöntemi olarak tanımlanabilecek nota, müzikle ilgili vazgeçilmez bir araçtır. Sümer tabletlerinde rastlanan, bir çeşit müzik yazısı olduğu anlaşılan bulgular sonucunda, nota(lama) sistemlerinin geçmişlerinin alfabeler kadar eski olduğu, bugün bilinmektedir. Tarih boyunca farklı yerlerde yaşayan çeşitli kültürlerin, müziği bir şekilde yazıya dökerek, en ilkel hali ile nota(lama) sistemleri geliştirdikleri anlaşılmaktadır. Buna göre müzikal sesleri anlatmak için (1) alfabedeki harfler ya da (2) bir takım özel imlerin kullanılması ile meydana gelmiş olan iki tür nota(lama) sistemi ile karşılaşıyoruz.
Aradan bin yıllar geçtikten sonra İtalya Toskana’da Arezzo katedralinde rahip Guido (*), 1030 yılında koro çocuklarına duaları ezberletmek için bir yöntem bulur.
Her yeni sesin bir öncekinden daha yüksek başladığı bir halk ezgisi öğretir.
Sonra bunu Latince ile dinsel içerikli bir metne çevirir.
Arezzo bu adları Aziz lohannes Battista ilahesindeki mısraların birinci hecelerinden alarak takmıştır.
Elinin parmaklarındaki girinti ile çıkıntılara metnin ilk hecelerini yazar. Böylece bir gam dizisinin sekiz notasını birden sergilemiş olur:
Ut queant laxis (ut sonradan DO olacaktır)
Re sonare fibris.
Mi ra gestorum,
Fa muli tourum,
Sol ve polluti,
La biİ reatum,
Sa ncte Joannes (sonradan Sİ olacaktır).
Bu yöntem müzik tarihinde Guido’nun eli olarak anılır.
Ayrıca seslerin birbirine orantısal incelik ve kalınlıklarını göstermek için her biri ayrı renkte (dizek) porte çizgileri kullanmıştır. Önceki nota benzeri simgeleri, neuma’ları derleyip belli bir dizgeye yerleştiren, böylece nota ile porte kavramını müzik tarihine getiren kişi Guido d’Arezzo’dur. Arezzolu Guidonun notalama sisteminin seslerin yüksekliğini kesin olarak belirtmeye başlamasıyla büyük bir ilerleme kaydedildi
Aslında müziğin dört değişkeni (parametresi) vardır : Yükseklik, Süre, Yeğinlik (Şiddet) ile Tını.
Bunlardan ilk ikisi zamanla genel olarak onaylanan bir takım imler (işaretler) yardımıyla kağıt üzerine dökülebilmiş, yeğinlik ile tını ise notanın yanında ek kelimelerle belirtilmişler, bir bölümüyle de yoruma açık bırakılmışlardır.
Almanya ile İngiltere’de, Ortaçağ biçiminde solfejde hatıra olarak, notalar doğrudan alfabe harflerinden yedisinin adlarıyla okunma sürdürülüyor :
1. C (do),
2. D (re),
3. E (mi),
4. F (fa),
5. G (sol),
6. A (la),
7. H (si),
8. B (si bemol). Bu, Almanlardaki sistemdir.
Yeğinlik ile tını’nın yanı sıra notayı bu günkü haline getiren imler (işaretler) zamanla müzik
yazısına girmiştir. Öyle ki, müzik yazısı olan nota, Johan Sebastian Bach (**) zamanında bile, ulama imlerinin kullanılmasına karşın bu günkü olgunluğuna daha erişememişti. Demek ki o döneme gelinceye kadar yazılan notalarda müzik yapıtı yorumcunun anlayışına göre yorumlanıyordu.
Yukarda adı geçen J.S. Bach müziğin matematikçisi olarak bilinir. Müzikologlar her yapıtını birer bilimsel çalışma olarak değerlendirirler.
Fakat Müzikteki matematiksel gizemi keşfederek yazıya dökmenin ilk temelini Pythagoras (Πυθαγόρας) (***), (M.Ö. 580 -M.Ö.500 ) atmıştır.
Bir söylentiye göre, Pythagoras müziğin içindeki matematiği bir demirci dükkanının önünden geçerken keşfetmiştir. Demirci ustasının demir döverken kullandığı aletlere göre değişik sesler çıkarması Pythagoras’ın ilgisini çekmiş, dükkanı kapattırarak ustaya çeşitli aletler kullandırmış, çıkan sesleri inceleyerek notlar almış.
Osmanlı İmparatorluğunda da, Selim III (Selim-i Salis) zamanında, sultanın da yüreklendirmesiyle, Hamparsum Limonciyan (****) ile Abdülbaki Nasır Dede kendine özel bir notalama sistemi geliştirip padişaha sundular. Bunlardan Hamparsum Limonciyan’ ınki en çok tutulan, en çok kullanılanı olmuştur. O güne kadar müzik yapıtları, usta-çırak yöntemiyle “meşk” edilerek ezberlenip kuşaktan kuşağa taşınıyordu. Bu ezberlemeyle taşıma yüzünden bir çok yapıt kaybedilmiştir. Hamparsum notalama sistemi, ondan sonra bestelenmiş müzik yapıtlarının zamanımıza kadar ulaşabilmesini sağlamış oldu.
———————————————————————-
(*) Arrezo’lu Guido olarak bilinmesine karşın, Arrezo’da doğmadığı, orada ünlendiği için bu adla anıldığı sanılmaktadır. Pomposa’daki Benedikten manastınnda eğitim gördü. Arrezo piskoposu Theobaid’ın çağrısı üzerine, 1025′te Arrezo katedral okulunda öğretmenliğe başladı. Nota yazımının temeli ile dönüm noktasını oluşturan Do-re-mi-fa-sol-la-si heceleme yönteminin bulan Guido Bu alandaki çalışmalarını Micrologus de disciplina artış muskae adlı yapıtında derledi. Kuramsal çalışmalarından bir bölümünün elyazması halinde, Umbria’da Avellana’daki bir Camaldoli manastırında bulunmasından, son yıllarını o manastırda geçirmiş olduğu sanılır. Ölüm tarihi ile yerine ilişkin kesin bilgi yoktur.
(**) Johann Sebastian Bach (Eisenach, 1685 – Leipzig, 1750) Gelmiş geçmiş en büyük besteci ile orgculardan biri olan Johann Sebastian Bach, müziğin matematikçisi olarak da bilinir. 1685 yılında orgculuk yapan Johann Ambriousun en küçük oğlu olarak dünyaya gelen Johann Sebastian 10 yaşında yetim kaldı. Bunun üzerine Ohrdrufa giderek klavye ile org konusundaki ilk eğitimini ağabeyi Johann Cristiandan aldı. 1700de San Michel kilisesinde koroda çalışmaya başladı. 3 yıl boyunca bu görevde kaldı. Bu sırada orgcu George Böhmden çok şey öğrendi. 18 yaşında Arnstadttaki Neueskircheye orgcu olarak atandı. 1707 yılında kuzeni Maria Barbara ile evlendi. En güzel eserlerinden biri olan Re Minör Toccata ile Fügü (BWV 565) bu dönemde bestelemiştir. 1708de Weimar sarayında işe başladı. Dük Wilhelmin isteği üzerine, daha çok org üzerine yoğunlaştı. 1717de dinî bestelere fazla ilgisi olmayan Anhalt-Köthen Prensi Leopoldun müzik yönetmeni olunca, oda ile orkestra müziğine ağırlık verdi. Birçok keman-piyano, viyola, gamba-piyano sonatı besteledi. Brandenburg Konçertolarını da 1721de Köthende tamamladı.
(***) Yunan filozof ve matematikçi. En iyi bilinen teoremi; adıyla anılan Pisagor teoremidir. “Sayıların babası” olarak bilinir. Doğum yeri olan Sisam adasından M.Ö. 529′da Güney İtalya’ya, Crotona’ya göç etti. Crotona bu yörenin zengin liman kentlerinden biriydi. Pythagoras burada biraz kişisel çekiciliği, kendinde varolduğunu savını ileri sürdüğü kehanet gücü, biraz da etrafında yarattığı gizemci havasıyla zengin ile soylu delikanlılardan üçyüz kadarını bir çatı altında topladı, bir okul kurdu. Pisagor öğrencilerini iki bölüme ayırıyordu : Dinleyiciler ile matematikçiler. Okula dinleyicilik ile başlanıyor başarılı olunursa matematikçiliğe geçiliyordu.
(****) Hamparsum Limonciyan 1768 yılında, Beyoğlu Çukur Sokak’taki bir evde, Harput’tan İstanbul’a göç eden yoksul Katolik Ermeni çiftin oğlu olarak dünyaya geldi. Anne vile babasının sadece ilkokulu okutabilmeye güçleri yetmişti. İlkokulu bitirdikten sonra, ailesi tarafından para kazanması, meslek sahibi olması için, bir terzinin yanına çırak olarak gönderildi. Hamparsum müziğe çok düşkün, yetenekli olması nedeniyle, aynı zamanda Ermeni kiliselerine devam ederek müzik bilgisini ile yeteneğini geliştirdi. Kayserili Kirkor Karasakalyan(1736-1808), Zenne Bogos (1746-1826) ile Ermeni Müziği üzerine çalıştı, müzik dersleri aldı.
O dönemlerde varlıklı Türk ailelerinin sürdürmekte olduğu fakir ve yetenekli çocukları himâye etme geleneği, varlıklı Ermeni ailelerinde de mevcut idi. Darbhâne Müdürü Hovannes Çelebi Düzyan kendisini himâye etmeye başlayınca, Hamparsum biraz ilerletmiş olduğu müzik eğitimine, dönemin varlıklı, hayırsever ailelerinden olan Düzyanlar’ın Kuruçeşme’deki konaklarında devam etti.
27 yaşında evlenip 6 çocuğu olan Hamparsum, müzik dışında herhangi bir işle uğraşmamış, geçimini müzik aracılığıyla sağlamıştır. Hasköy’deki evinde müzik öğretmenliği yaparak çok sayıda öğrenci yetiştirdi.
"söz uçar, yazı kalır"