Yukardan aşağı : Stephen William Hawking; Christopher D’Ollier Reeve; Jean Dominique Bauby.
Geçtiğimiz günlerin birinde televizyonda hemiplegie (vücudunun yarısı felç) hastası olup yatağa bağlı kalmış bir öğretmen beyefendinin yakınmalarına tanık olduk. Hasta şöyle diyordu : “Mademki insan gibi yaşayamıyorum, bırakın insan gibi öleyim!”. Demek ki euthanasie hakkını kullanmak istemekteydi.
Euthanasie (ing. Euthanasia) bir kişinin ölme hakkı anlamına gelir. Çok ağır hasta olup büyük acılar çekmekte olan, ama yaşamayı sürdüren kişilere batı tıp etiğinde tanınan bir haktır. Hasta kendi isteğiyle hekimlerince ölüme ulaştırılabilir. Bu davranış biçimi bizim tıp etiğimizde yoktur. Dahası böyle bir davranış, yapan için yasalara göre suç oluşturur. Kaynağı da Hippocrates dönemine kadar gider. Çünkü hekimin başlıca görevi, hastasını öldürmek değil tam tersine onun yaşamını, olanak ne ise bir gün, bir hafta, bir ay vb kadar uzatmaktır.
Yukarda sözü edilen hastanın yakarışlarının haklı olduğuna inanıyoruz. Kendisi hastalandığı güne kadar büyük beceriyle kullandığı vücudünü artık kullanamaz hale gelmiştir. Bunun da ötesinde en basit doğal gereksinimleri için çevresinde bulunan kişilere bağımlı olma zorunda kalmıştır. Bu duruma dayanamamakta, ölmek istemektedir.
Ama, işin bir başka yönü hemen akla geliyor. Buna benzer yatağa bağımlı kalma durumlarında hemen her zaman bilinç açık olmaktadır. Başka bir deyişle beyin işlevleri ile yaşamını sürdürmektedir.
Yeğin bakım birimlerinde izlenmekte olan bir hastada bilinç kaybı (coma) sonrası beyin ölümü oluştuğunda. hasta bazı aletlere bağlı olarak, solunum dolaşım gibi vücut işlevlerini yürütebilse bile (bitkisel yaşam biçimi), ölüm gerçekleşmiş kabul edilerek hasta bağlı olduğu aletlerden ayrılır.
Bizim anlayışımıza göre, insanın yaradılışındaki ana hedef beyindir. Demek ki Tanrı insanı yaratırken yalnızca beyni yaratmayı düşünmüş, bunun dışında kalan bütün organ sistemlerini beynin yaşayabilmesi, korunması ile işlevlerini yürütebilmesi için meydana getirmiştir (halketmiştir). Bu arada gene beyinden gelen sinir uzantıları, sinir ağlarıyla beynin hizmetindeki organ sistemlerinin yönetimi ile denetiminin beyin tarafından sağlanması gerçekleştirilmiştir. Böylece insanı yaratılmış öteki canlılardan ayıran, zeka, düşünce, araştırıcılık, yaratıcılık gibi zihinsel işlevler sağlanmış olmaktadır.
Ne var ki insanoğlu, sahibi olduğu beynini hemen hemen hiç önemsemeden, bunun dışındaki vücudu ile bunun içindeki organ sistemlerine olağanüstü değer vererek, sadece bunların üzerinde durmuştur. Çünkü görüntüde yaptığı bütün hünerli işlerin elleri, kolları, bacakları ile ayaklarınca ortaya konduğunu düşünmektedir. Elbette bu arada hünerlerini meydana getiren bu araçların sağlıklı işlemesi için dolaşım, solunum, sindirim vb. gibi sistemlere de çok önem vermektedir. Dahası bunların sağlıklı olup olmadığını belli aralıklarla da denetlettirmeye (check-up) gider.
Diyeceksiniz ki hekimler de bu organların doğru düzgün çalışması için çaba harcamıyorlar mı?.. Yapılan check-up’ ları onlar gerçekleştirmiyorlar mı?.. Dahası işlerini daha ustaca yapabilmek için değişik uzmanlık dalları geliştirilmemiş midir?..
Doğrudur. Hekimler bütün bunları yapan kişilerdir. Ama onlar, öteki insanların tersine, sağlıklı tutmaya ya da onarmaya çalıştıkları organ sistemlerinin yalnızca beyin için gerekli olduğunun bilincinde olarak bu işi yaparlar. Başka bir deyişle organizmayı ayakta tutan, yaşamın yürütülmesini sağlayan asıl organın beyin olduğunu bilerek, bu nedenle onun hizmetinde olan öteki organ sistemlerinin sürekli olarak sağlıklı kalması bilinci içinde görevlerini yaparlar. Kısaca yaşamı uzatmayı amaçlarlar. Bunun için “aman beyin de ölmesin” diye çaba harcarlar. Buna örnek olarak kalb durmalarında yapılan kalb masajını gösterebiliriz. Bu durumda yapılan kalb masajı kalbi canlandırmak için değil, kalbin ritmi şu ya da bu araç kullanılarak yerine gelinceye kadar, beyne kan gitmesini sağlamak için yapılır, Çünkü beyin bir – bir buçuk dakika kansızlığa ancak dayanabilir. Sonra ölür.
En azından biz böyle düşünüyoruz.
Elbette bütün gücünüzle vücudunuza odaklanıp, ona büyük önem verirseniz felç gibi sizi yatağa mahkum eden bir olgu sonucu çevrenizden “artık beni öldürün” isteminde bulunursunuz. Çünkü yaşamınız sürdüğü halde siz bunun farkında bile değilsinizdir. Çünkü beyninizin hala yaşadığını, işlevlerini sürdürdüğünün bilincinde değilsinizdir. Bunun nedeni yaşamınızın sağlıklı olan bölümünde beyninizin önemini hiç bilmeyip vücudunuzun organsal (somatic) bölümünün çok değerli olması üzerinde durmanızdır.
Ama bunun tam tersini sergileyen olgular da vardır.
● Birinci olgu; Einstein’dan bu yana dünyaya gelen en parlak teorik fizikçi olarak kabul edilen Stephan William Hawking’ dir. Yirmibir yaşında Amyotrophic Lateral Sclerosis (ALS) aynı zamanda Motor Nöron Hastalığı olarak da anılan bir hastalığa yakalanmıştır.
Hastalık, merkezî sinir sisteminde medulla spinalis ile beyin sapı adı verilen bölgede motor hücrelerin (nöronlar) kaybından ileri gelir. Bu hücrelerin kaybı kaslarda zaaf ile erimeye yol açar. Ayrıca erken ya da geç hareketin birinci nöronu (piramidal yol) da hastalanır. Zihinsel fonksiyonlar ile bellek ise bozulmaz.
Bu durumuyla hiç hareket edemeyen S.W. Hawking, tekerlekli sandalyaya bağımlı olarak hiç hareket edememekte, ama zihinsel eylemleri sayesinde bir çok yeni buluşa imza atmış bulunmaktadır.
● İkinci olgu; Sinemada Superman tiplemesini canlandıran Christopher D’Olier Reeve’ dir. Bu aktör 51 yaşındayken Mayıs 1995 te katıldlğı bir yarışmada attan düşerek boynundan aşağısı felç olmuştur. 2004 yılına kadar tekerlekli sandalyada yaşamak zorunda kalan aktör, o yıl geçirdiği bir sistemik enfeksiyon sonucu kalb durmasından ölmüştür. Felçli olarak yaşadığı sürece iki vakıf kurarak medulla spinalis yaralanmaları ile insan embriosu stem cell araştırmalarına önayak olmuştur.
● Üçüncü olgu; Fransız Elle dergisi editörü 43 yaşındaki Jean Dominique Bauby hayata tutkusuyla tanınan biridir. Aralık 1995 te, beyin kanaması sonucu felç geçirir, beyin işlevleri durur. O anda hayatı sonsuza kadar değişir.
20 gün komada kaldıktan sonra uyandığında kendisini zihinsel işlevleri çalışır ama hareket olanağını yitirmiş vaziyette bulur. Kaderine razı olmayı reddeden Bauby hayaller dünyasına sığınır. Çektiği acıyı sadece sol gözüyle anlatabilmektedir. Sol gözünün hareketleri dış dünyayla bir iletişim yöntemine dönüşür. Böylece hastanede yatarken yavaş yavaş yaşamak için bir sebep bulur. Bir kitap yazmalıdır. Bunun için kullanabileceği tek araç hareket ettirebildiği sol gözüdür.
Düşünme yeteneği olduğu gibi duran Bauby’ ye asistanı Claude Mendibil, her harf için alfabeyi baştan sona doğru sayar. İstediği harfe gelindiğinde sol gözünü kırparak asistanına durmasını işaret eder. Böylece her ikisinin de inanılmaz bir sabırla gerçekleştirdikleri çalışma sonucunda harfler, sözcükler, tümceler yazdırılarak 130 sayfalık “Dalgıç Giysisi ile Kelebek – Le Scaphandre et Le Papillon” adlı kitap ortaya çıkar.
Bauby kitabında, doktorların “locked – in sendromu” dedikleri bu tür felçte, aslında ruhu kelebekler kadar özgür olup, önceki normal hayatını sürdürme isteğiyle dolu olan hastaların duygularını anlatmaktadır.
Kitap yazmanın yanı sıra bu sendromun kurbanlarına yardım etmeyi amaçlayan bir dernek kurar. Kendi deneyimini yansıtan bir filme katılır. Bir roman daha yazmak ister, ama kitabının yayınlanmasından dört gün sonra kalb yetmezliğinden ölür.
Çevrenize göz attığınızda bu örneklerin daha çok olduğunu göreceksiniz (örnekse eski fudbolcu Sedat Balkanlı). Buradakiler felçli bir kaç ünlünün yaşamlarından alınmış kesitlerdi.
Yukarda anlatılan durumlar sanki “sağlam kafa sağlam vücutta bulunur” sözünü çürütür gibi görünmekteyse de, bu deyiş çok daha başka bir düşünceyi anlatmak için söylenmiştir.
Beynimizin gücünü farkettiğimiz, bunu nasıl kullanabileceğimizin bilincine vardığımız zaman, bir sakatlık yüzünden yatağa ya da tekerlekli sandalyaya bağımlı olduğumuzda da yaşaımızın geri kalanını daha anlamlı kılabileceğimiz bir gerçektir. Dahası, böyle güç bir duruma düşmenin dışında, örnekse emeklilik günümüz geldiğine gene aynı bilinçle aydınsal (entellectual) etkinlikleri sürdürebilirsek, daha mutlu bir biçimde yaşamımızı sürdürme olanağını elde edebiliriz.
NOT – Euthanasie, 2008 verilerine göre 7 ülkede (bunlardan ikisi ABD eyaletidir) yasaldır. Bunlar Belçika, Lüksemburg, İsviçre, Hollanda, ABD nin Oregon ile Washington eyaletleri ile Tayland’ dır.