EKİN ( CULTURE = HARS) DÜZEYİ ÜZERİNE…

“Bir ulusun karakteri dinlediği müziğe göre belirlenir”
PLATON (Πλάτων)

Toplumların ekin düzeylerini, onların beğenileri ile yeğlemeleri (tercihleri) doğrultusunda geliştirdikleri etkinlikleri belirler. Böylece hangi sinema filmlerini, hangi televizyon programlarını izlerler; hangi tiyatro yapıtlarını yeğlerler, hangi müziği dinlerier, hangi kitapları okurlar, genel bilgi dağarları ne kadar doludur?… konularından yola çıkılarak ekin düzeylerini saptama olanağı bulunabilir.

Bizim toplumumuzda, yaşamımızın büyük bölümünü kapsayan televizyon öne çıkmaktadır. Bilindiği gibi televizyon programını hazırlayanlar en yüksek rating değerine ulaşabilecek, demek ki en çok ilgiyi çekebilecek programları hem sayı hem de zaman bakımından en ileri düzeyde ele alırlar. Bu bir tecimsel tutumdur. Ters yönde davranmak seyirci kaybına neden olacaktır. Bu bakımdan, verdikleri zarar yanında kendi yönlerinden haklı da sayılabilirler.

O halde en önde televizyon programlarını incelemek konumuz için önemlidir. Bizim belli başlı televizyonlarımızda en öne çıkıp büyük yer tutan magazin denilen yapımlardır. Onun ardından diziler gelir. Televizyon filmleri ile belgeseller yok denecek kadar azdır. Bir tek TRT tümüyle bu söylemin dışındadır

Magazin programlarında hangi konular işlenir?…

Ünlülerin (bunların ünlerinin nasıl oluştuğu da ayrı bir tartışma konusudur ya!..) arasındaki cinsel ağırlıklı ilişkileri içeren dedikodu niteliğindeki konular en ön sırayı alır. Kim nerede kiminle neler yapmış?… Konusu halkımızın büyük ilgisini çekiyor olmalı ki bu tür programlar en başta sürümdedir. Süreleri de bazan saatleri bulur. Birilerinin en gizli olması geren özel yaşamları, ötekilerini neden bu kadar ilgilendirir?… Anlaşılır gibi değildir. Bunlardan bazıları da “kıssadan hisse” lerle çok güzel örnek oluşturdukları savını hiç çekinmeden öne sürüyorlar!!…

Bir de, televizyonlarda konusu aşırı kavga içeren bir tür yarışma programları var. Bunlardan bazı ünlü(!) kişiler ortaya çıkyor. Sonra bu sahte ünlüler ortam ortam dolaştırılıp konferanslar düzenleniyor, başka magazin programlarına katılmaları sağlanıyor. Buralarda seçkin, değerli(!) fikirlerinden halk yararlandırılıyor!!… Dahası ipe sapa gelmez konular üzerine kitap bile yazıyorlar. İşin daha da şaşırtıcı yanı, kitap okuma alışkaniığ olmayan toplumumuzda bu kitap elden ele dolaşıyor.

Dizilere gelince : Bunların bir bolümü güldürücü konuları, öteki bir bölümü de üzüntüiü konuları işler. Güldürü niteliğinde olanlar bağırıp çağırma ile çok aşırı yapmacıklı, düzmece davranışları içerir. Hiç birinde ince “nükte” ile “mizah” anlayışından eser yoktur. Neden acaba, Halkımız bunlardan anyamadığı için mi?… Üzüntülü konuları ele alanlar da bol bol yeğinlik (şiddet) gösterileriyle doludur. Bunlarda da hüznün o yumuşacık anlatımı bulunmuyor. Bunlara karşılık böyle düzenlanmiş diziler çok ilgi çekiyor, bir sonraki bölümleri merakla bekleniyor.

Müzik dünyamız arabesk, Türk popu (ne anlama geliyorsa?..), bir de türküiere benzetilerek ürettilmiş şarkılarla dolmuş durumda. Bunlar saman alevi gibi birden parlayıp, sonra çoğunlukla hemen sönüveriyorlar. Oysa bir müzik yapıtının değerini anlatan onun zamana karşı dayanıklılığıdır. Klasik batı müziğinde Johann Sebastian Bach, Ludvig van Beethoven, Wolfgang Amadeus Muzart, Franz Joseph Haydn, Robert Alexander Schumann, Antonio Lucio Vivaldi ile daha birçoklarının yapıtları; Türk sanat müziğinde Hammamizade İsmail Dede Efendi, Hacı Arif Bey, Itri, Padişah Selim III., Numan Ağa, Dellalzade İsmail Efendi, Zekai Dede Efendi, Tamburi Cemil Bey, Münir Nurettin Selçuk’ un ürettiği müzik ile Türk Halk Müziğinde yakılmış olan türkülerin hemen tamamı değil yılları, yüzyılları aşarak zamanımıza ulaşmışlardır. Gerçek değeri belirleyen de bu özelliktir. Oysa günümüzde üretilen müzik yapıtlarının zamana karşı dayanıklılığı çok kuşkuludur. Ama biz klasikleri değil de bunları büyük beğeniyle dinlemekteyiz. Kısaca müzik konusunda da beğenimiz yozlaşmış durumdadır.

Sinema ile tiyatro konusunda söylenecek çok şey olmakla birlikte, biz seyirci azlığından bir çok sinema salonunun kapandığını, gene aynı neden yüzünden tiyatroların yaşayamaz hale geldiğini açıklamakla yetinelim.

Resim, heykel sanatı ile opera, bale konusunda fazla bir şey söylemek olanağı ne yazık ki yoktur. Çünkü toplumumuzda bu konularla ilgilenenler okyanusta bir damla olacak kadar azınlığı oluştururlar

Kitap okuma alışkanlığımız konusu sıklıkla gündeme gelip tartışılır. Bu konunun da hiç iç açıcı yönü, ne yazık ki yok. Dünyada gelişmişlik ölçüsü olarak, bireyin bir yılda kitap vb. Ürünler için yaptığı harcamaların tutarı ele alınıyor. Bu batılı ülkelerde 500 dolara kadar çıkıyor. Türkiyede ise bir yıl içinde kişi başına kitap için yapılan harcamalar tutarı 2 dolarla sınırlı kalıyor. Demek ki, çok küçük bir azınlığın dışında ülkemizde kitap okunmuyor. Bir bulguya göre gençlerimizin % 70 i hiç kitap okumuyor.

Nüfusun % 88 i okuma- yazma bildiğine göre bunun nedeni okumayı sökememiş olmak değil. 1999 yılında yapılmış bir araştırmaya göre evine günlük gazete almayanların oranı % 59, dergi almayanların oranı ise % 88 e çıkmakta.

Türkiyede temel gereksinim maddeleri sıralamasında kitap 235 inci sırayı alıyor. Uluslararası Okuma Becerilerinde Gelişim Projesi (PIRLS) çerçevesinde 35 ülke arasında Türkiyenin 28 inci olduğu belirtildi. Öğretmenlerin % 63 ü bazan kitap okuyor. Yetişkin nüfusun % 95 i yalnızca televizyon izliyor.

İşte, 21 inci yüzyılın ilk yıllarını yaşadığımız şu günlerde ulusça ekinimizin geldiği durumun, eski deyimle “hali pürmelali” budur. Bunu da kimsenin yadsımaya gücü yoktur.

İyi de!… Binlerle yıldan bu yana gelen güzelim kültürümüz neden, nasıl bu duruma geldi?… Bu konuyu başka bir makalede incelemeye çalışacağız.

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*

Şu HTML etiketlerini ve özelliklerini kullanabilirsiniz: <a href="" title=""> <abbr title=""> <acronym title=""> <b> <blockquote cite=""> <cite> <code> <del datetime=""> <em> <i> <q cite=""> <strike> <strong>