Müzik dünyayı kökten değiştirebilir,
Ludwig Van Beethoven
Müzik kırık kalbin ilacıdır.
Leigh Hunt
Müzik kalbin konuşmaları olup, derindeki zenginlikleri ortaya çıkarır; bütün hastalıkları iyi eder.
Ralph Waldo Emerson
Bir tanıma göre ritim “Bir dizede, bir notada vurgu, uzunluk ya da ses özelliklerinin, durakların düzenli bir biçimde tekrarlanmasından doğan ses uygunluğu” olarak anlatılır (TDK).
Başka bir tanımda da “Ritim, çeşitli aletlere vurarak çıkarılan, düzenli ve akıcı seslerin oluşturduğu müziktir. Vurmalı çalgılar ile perküsyonun temelidir” denmektedir.
Biz söze ritim duygusu diyerek girdik. Ama, buna ritim kulağı da denir. Ritimin, basit ritim ile karmaşık ritim denen türleri vardır (tek vuruş – çift vuruş – üçleme – altılama gibi). Aslında ritim sadece müzikte var olan bir öğe değildir. Evrenin tümü ritim üzerine kurulmuş olup, içindeki devinmeler o biçimde işler.
Müzik de ritim üzerine kuruludur. Bir müzik yapıtı ile dansta ritim, eylemin iskeletini oluşturur. Basitçe anlatırsak, yedi sesten meydana gelen oktavdaki sesler (kalın do’ dan, ince do’ ya kadar) belli yöntemlere uyularak, çeşitli düzenlemelerle ritim üzerine bindirilirse müzik yapıtı ortaya çıkarılır. Dansta yapılan hareketler de ritme bağlıdır. İlkel toplulukların müzikleri hemen hemen salt ritimdir.
Canlılar ritim ile, ana rahminde, daha bir dölüt (cenin, embryo) iken tanışırlar. Dölüt altıncı haftadan sonra anasının kalb atışlarını algılamaya başlar. Doğuncaya kadar da bu ritmik sesi, sürekli olarak duyarak yaşamını sürdürür. Japon bilim adamları, bu özelliği ele alarak doğumdan sonra bebeğe annesinin kayda alınmış kalb seslerini dinleterek onu yatıştırmayı düşündüler. Bunda başarılı da oldular. Belki de bebek, bu sesleri dinlerken ana rahmindeki huzurlu yaşamını anımsayıp, kendini orada zannederek sakinleşiyordu. Çok yakından tanıdığım birisinin, bebekliğinde anne-annesi, taş plaktan “şehnaz longa” çalınınca ağlamayı kesip dikkat kesilerek dinlediğni gözlemlemiş. O günden sonra anne-anne, bebeğin her ağlayışında “şehnaz longa” yı çalarak onu yatıştırmayı başardığını anlatırdı.
Günümüzde müzik sağıtım amaçlı olarak kullanılmakta. Örnekse, İsveçli Dr. Ulrica Nilsson, Örebro Üniversitesi’nde, müzikle tedavi yöntemini şöyle anlattı : “Müziğin sakinleştirici etkisi vardır”. Dr. Nilsson, araştırmasında ameliyat olan hastalarına ameliyat öncesi ile sonrası klasik müzik dinlettiğini söyledi. “Araştırma sonucuna göre, müzik dinleyen hastaların ameliyat öncesi ile sonrası daha az ağrı kesiciye gereksinim duyduğunu” da ekledi.
Araştırma çalışmasının sonucunda, müziğin acıyı dindirdiği sonucuna vardığını açıklayan Dr. Nilsson, “Ancak çok hızlı müzik türleriyse insanı strese sokuyor. Ani ritim değişikliğindeki müzik türleri tedavide iyi sonuç vermiyor” dedi. Tedavide kullanılan müzik türlerinin ağır monotonda, dakikada 60 ile 80 nota vuruşlu müzik türleri olduğunu kaydeden İsveçli Dr. Nilson, şunları söyledi: “Dinlenmek, uyumak, kendine gelmek, stres ile kaygıyı azaltmak için hastalara müzik dinletiyoruz. Özellikle demans (Bunama) olan yaşlıların tedavisinde neşelendirici, anıları canlandırma, yaşlıların kendilerini iyi hissetmelerinde müziğin çok büyük rolü oluyor. Ayrıca bazı çocuk hastalıkları ile psikolojik hastalıkların sağıtımında da müzikten yararlanılıyor.”
Danimarkada da müzikle sağıtım, doğum sonrası depresyonu, kalb hastalarının iyileşme dönemlerinde, hemodializ sırasında, otistik çocuklarda iyi uyku sağlamak için kullanılıyor.
Müziğin insan ruhsal yapısı üzerine olan etkisi, bundan yıllar önce yapılmış bir deneysel çalışmayla da kanıtlandı. Bir Fransız araştırma grubu, Afrikada ilkel topluluklarla karşılaştıklarında, onlara uzaktan, teybe alınmış klasik müzik dinlettiler. Wolfgang Amadeus Mozart’ın yapıtları dinletildiğinde, bu ilkel insanlar sakin bir biçimde çalınmakta olan müziği dinliyorlardı. Buna karşın, aynı topluluk Ludwig Van Beethoven’in müziği çalındığında aşırı hiddet belirtileri gösterip, saldırgan duruma geçiyorlardı.
Müzik, ruhsal duruma (mood) etkili oluşu sezildiğinden, kişinin moralini yükselttiği görüldüğünden ötürü, tıpta sağıtma alanı içine alınmıştır. Bilindiği gibi, ruhsal değişiklikler, daha doğrusu beynin işleyişi sonucu bazı bedensel aksaklıklar (somatisation) ortaya çıkabildiği gbi, gene aynı nedenle bedende bazı güçlenmeler (bağışıklık sisteminde) oluşabilir. Müzik bu güçlenmede etkili olmaktadır. Bu yüzden, bilerek ya da bilemeden eskiler “musiki ruhun gıdasıdır” demişlerdir.
Müzikle tedavi en eski tedavi yöntemlerinden biri olup, pek çok eski çağ medeniyetlerinde uygulanmaktaydı. Müziğin tedavide uygulanışı toplumların töre ile inançlarına göre büyü, din, rasyonel düşünce sistemine bağlı kalmıştır. Müziğin büyüsel etkisi ile hastası arasında iletişim kurmaya çalışan sağıtıcı yüzyıllar içinde büyücü, rahip, hekim ya da bir müzik uzmanı olarak değerlendirilmiştir.
Psikiyatrinin en önemli konularından biri; zlhinsel problemi olan kişileri topluma kazandırmak, gerçek yaşamla ilişkilerini sağlamaktır. Bu bağlamda, müziğin bir sağıtım aracı olarak etkileri her geçen zaman önem kazanmaktadır.
Ancak, yukarda değindiğimiz gibi bir sağıtım aracı olarak müzik, yalnızca günümüzde değil, örnekse Türklerde M.Ö. 3000 yıllarında gündeme gelmiştir. Aynı dönemde Çinde de müzik sağıtım aracıydı.
Çin kaynaklarından öğrenildiğine göre, bu kültürün merkezi Shensi ile Kansu eyaletleridir. Bu kaynaklara göre : ” M.Ö. 3 binden itibaren Altay -Türk kültürü, aynı zamanda Altay -Türk müzik kültürünün de belirleyicisidir. Altay -Türk kültürü biraz olsun dış tesirlere açıktı. Bunların kuzeyinde kapalı olan iki bölge vardı ki , bunlar da Hakas ile Tuva bölgeleri gibi, eski Türk kültürünün çok değerli hazineleriydi. Bu her iki kültür çevresi de Altay -Türk kültür çevresi ile ilişki halindeydiler. Bu devrin Altay kültürünün başlıca özelliği ise, Güney Sibirya Kültür Karakterine girmesidir. Bunun sonucu müziklerinde benzer özellikler bulunmaktadır. Altaylılar, Orhun kıyıları, Moğol bozkırları ile İrtiş boylarına etkide bulunarak ve M.Ö. II. binden başlayarak da ilk yurtlarından ayrılarak gelecekteki Orta Asya Türk müzik kültürünün temellerini hazırlamışlardır.”
Kazak ve Kırgız Türklerinde müzik ile dans ile sağıtma örneği olarak, çok eskiden beri devam eden bir dans olan “Karacorga” bir atın yürüyüşünü simgelemektedir. Kartal, kurt, ayı, geyik, kuğu, 7 evliya, at, kaz bu simgelerden bazılarıdır. Eski inanışa göre bu figürler Ataruhunu temsil etmektedirler. Adı geçen at yürüyüşünü temel alan, günümüze kadar gelebilmiş sağıtma dansı örneği olan Karacorga (Baksı Dansı)nın benzer örneklerini Azerbaycan Gobustan kayalıklarındaki figürlerde görmekteyiz.
Eski Yunanlılar da, müziği her türlü erdemin kaynağı sayarlardı. Onlara göre müzik, ruhun eğitilmesi ile arınmasında büyük bir etkendi. Hatta o devirde, “Paignio” adlı neşe ile sevinçi anlatan havalar, hastalıklardan kurtulma, dertlere karşı bir avunma şarkıları olarak kabul edilirdi.
Yunan filozof Sokrates’in öğrencisi Platon (Eflatun) da M.Ö. 400′lü yıllarda, müziğin ahenk, ritim ile ruhun derinliklerine etki ederek, kişiye bir hoşgörü ile rahatlık verdiğini belirtmiştir. Ayrıca Platon, şarkıyı iyileştirici özelliği olan bir çıkar yol olarak kabul etmekte birlikte, şarkı olmaksızın hastaya uygulanan reçetelerin etkisiz olacağını da ekler.
M.Ö. 585-500 yılları arasında yaşayan büyük Yunan filozofu, matematikçisi Pytagoras, umutsuzluğa düşen ya da çabuk öfkelenen hastaları, belirli melodilerle sağıtabilme olanaklarını araştırmış, müzikle tedavi yöntemini ilk kullananlardan biridir.
Tıbbın babası sayılan Hipocrates de 2400 yıl önce, bazı hastalıkları tedavi için, Kos adasında kurduğu hastanede hastaları ilahilerle tapınağa götürürdü. Aynı yöntem Bergamadaki Aesculapion’da da kullanılmıştır.
Platon’un öğrencisi, Büyük İskender’in hocası Aristoteles (M.Ö. 384-322) de müziğin insan ruhu üzerindeki etkilerini araştırmış, bunu yazılarında belirtmiştir. Yunanistan’ın en ünlü anatomi ile fizik bilgini olan Claudis Galien de müziğin, akrep ile böcek sokmalarına karşı panzehir olduğunu ileri sürmektedir.
Bütün bunlar müzik ile dansın bir sağıtım aracı olduğunu göstermekte. Müzik te dans ta bir sanat dalı olduğuna göre, acaba resim ile edebiyat gibi sanatsal uğraşılar da hasta sağıtımında işe yarayabilir mi?… Üzerinde düşünüp araştırmaya değer bir konu olabilir bu. Çünkü “Sanat Terapisi” ya da “Resim Terapisi” adı verilen bir sağıtma yönteminden, yakın tarihte söz edilmeye başlanmış bulunuyor.
———————————————–
İlgili Makaleler :
ADASAL, Rasim; (Ankara 1955), Ruh Hastaları “Psikozlar”, No:45, Cilt2, Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Yayınları.
ALTINÖLÇEK, Haşmet; (Eskişehir 1996), Bir İletişim Aracı Olarak Müzik ve Müzikle Tedavi Yöntemleri, TC. Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Doktora Çalışması.
ALTINÖLÇEK, Haşmet; (Ankara 1999), Türk Tıbbında Müzikle Tedavi, Osmanlı Kültür ve Sanat Ansiklopedisi, Cilt 10, Yeni Türkiye Yayınları.
GREBENE, Bekir; (Ankara 1978), Müzikle Tedavi, Güven Yayınları.
Renée Allvin, Katarina Berg, Ewa Idvall, Ulrica Nilsson : Postoperative recovery: a concept analysis. Journal of Advanced Nursing
Volume 57 Issue 5 Page 552Issue 5 – 558 – March 2007.