ÖSS ye koşut olarak bir de Tıpta Uzmanlık Eğitimi Giriş Sınavı (TUS) var. Nisan 2007 döneminde bu sınava 14 472 aday başvurmuş, bunlardan 2 706 sı bir uzmanlık programına yerleştirilebilmiştir. Demek ki, başvuranların ancak % 18.69 u, başka bir deyişle 1/5 inden azı, bir uzmanlık dalında yer alabilmiştir.
Açıkça görülebildiği gibi burada da bir dengesizlik olduğu gibi, her olguda bulunan bir de neden vardır.
Herşeyden önce, Tıp Fakültesini bitiren her hekimin illaki uzman olması gerekmez. Bu ülkede, belki de uzmandan daha fazla sayıda pratisyen hekime gereksinim vardır. Ne var ki, toplumda ayrıcalıksız herkes, grip bile (!) olsa bir uzman hekime başvurma eğilimindedir. Bunlardan biraz parası olup kendini toplumun kaymak tabakası sayanlar da, en ufak bir yakınmada Avrupaya, ABD ye gidip orada bir uzman hekim arıyorlar.
Ben, doğrudan kendim buna tanık oldum : çok yakından tanıdığım birisi, basur (haemoroid) ameliyatı değil, sadece tanısının konulması için Londra, Harley Street doktorlarından birine başvurdu(!). Oysa, tıptaki bu ikide bir görüş (consept) değişikliği ile kendini gösteren bilgisizliğin nedeninin Türk hekimleri değil, batılı hekimlerin kafa yapısı ürünü olduğunu bir görüp, bilebilseler… Kimbilir belki o zaman doğru yolu bulabilecekler mi dersiniz?!… Biz bunu daha önce burada yayınladığımız 27.03.2007 – 28.03.2007 – 31.03.2007 – 26.02.2007 – 04.02.2007 tarihli beş makalemizde açık, açık etrafıyla anlatmış bulunuyoruz. Ne demek istediğimiz merak ediliyorsa bu yazılara başvurulabilir.
Ayrıca, bir toplulukta hekim olduğunuz anlaşılınca, hemen “Ne doktorusunuz?…” diye uzmanlik dalınız sorulur. Eğer “pratisyenim” yanıtı alınırsa, bir dudak bükme, bir aşağı görme, en azından bir hayal kırıklığı eğiliminin varlığını hemen hissedersiniz. Elbette bu durum karşısında her hekimin uzman olmak için çaba göstermesi çok doğal bir sonuç olmakta.
O halde, en önde halkın bu yönde bilinçlendirilmesi, bu acayip ekinden (culture) kurtarılması gelir. Ulu Önder Atatürk, bu yüzden “Beni Türk hekimlerine emanet ediniz!” demiştir. Ama bu elbette hiç te kolay olmayan bir iştir. Kanıtı da Atatürk’ün bu konudaki sözlerinin bile etkisiz kalmış olmasıdır. “Eğitim gereklidir” diyeceğiz ama, eğitim düzenimiz kendi içinde bir “düzensizlik dizgesi” görünümü içindedir. Buna gelinceye kadar çözmesi gerekli bir çok problemle karşı karşıyadır.
Belki sağlık hizmetlerinin, akıllıca bir düzene sokulması işe yarayabilir. Örnekse, hasta olan bir kişinin başvuracağı ilk yer mahallesinde bulunan sağlık ocağı olmalıdır. Burada pratisyen hekimler hizmet verir. Belki herkesçe bilinemiyor ama, bir çok hastalık ile yakınma basit birer girişimle sağıtılabilir. Böylece sağlık ocakları bulundukları yerde yakınmaların çoğuna çare bulurlar. Ancak gerekiyorsa hastanın bir uzmana başvurmasını sağlarlar. Böylelikle, her gün tanıklık ettiğimiz hastane poliklinikleri önündeki yığılmalardan doğan sıkıntılar da büyük ölçüde önlenmiş olur.
Bu, yukarıda söylediklerimizi yıllardlr yineleyip durmaktayız. Bunlar yeni fikirler değildir. Ama, görüyorsunuz gene yıllar sonunda aynı şeyleri konuşarak bir kötü döngü (fasit daire) içinde dolanıp durmaktan kurtulamıyoruz .