Acaba, ölümün kıyısına kadar gelip dahası, öte tarafa geçtikten sonra orada kısa bir süre kalıp daha sonra geri dönmenin olanağı varmıdır?…
Böyle bir eylemin yapılamayacağı düşünülse de, bazı kişilerin bunu gerçekleştirdikleri bilinmektedir. Bu konuda yapılmış çalışmalar ile bildirilere rastlıyoruz. Bunlardan ulaşabildiklerimiz şöyle :
P.M.H, Atwater adında bankacı bir hanımın hamileliği sırasında geçirdiği bir operasyonda kalbi durmuş. Ölümle yaşam arasında gidip gelmiş. Sonunda yaşama dönünce kendini ölüme yakın deneyimlere, araştırmalara adamış. 277 çocuk üzerinde çalışmalar yapan Atwater, ölüme yakın deneyimlerin çocukların zeka yapısı ile yaşama bakış açılarında çok büyük değişimler yarattığını anlatmaktadır. Örnekse, beş altı yaşlarında bir çocuğun cerrahi girişim sırasında kalbi duruyor. Bu çocuk iyileştikten sonra ilkokul birinci sınıfında, yaşıtları okuma yazmayı sökmeye çalışırken, o Yunan mitolojisi okumaktaymış. Atwater’in savına göre sadece zeka düzeyleri değil, yaşama bakış açıları da değişen bu çocuklar yaşama da daha bağlı oluyorlar
Bu birinci orneği, ZEKA başlıklı kitabımızda da, yapay zeka bölümünde de vermiştik.
İkinci örnek :
Dr. Melvin Rose, bir Amerikalı bilim adamı..
Çok ağır hastalıklar geçirmiş insanları incelemiş.. Özellikle çocukluklarında ve gençliklerinde ölüme çok yaklaşanları..
“Yaşama şansı kalmadı” denecek kadar hastalanıp geri dönenleri.. Herhangi bir nedenle, kalbi durup, nefesi kesildikten sonra tekrar yaşama döndürülenleri..
Yıllar yılı incelemiş.. Bu konuda üç kitap yazacak kadar incelemiş..
Ölüme çok yaklaşanlar adını verdiği gurupla, yaşamında hiçbir ciddi hastalık geçirmemiş ikinci gurubu karşılaştırmış, çalışmalarının sonunda..
öyle ilginç şeyler bulmuş ki..
Son kitabında ölüme çok yaklaşmanın insanda çok özel, çok önemli değişikliklere neden olduğunu anlatıyor.
En önemli bulgusu..
Ölüme çok yaklaşanlar, artık ölümden korkmaz oluyormuş. Kalbi durup, nefesi kesilenler, demek ki kısa süre de olsa, klinik olarak ölenler “Şimdi biliyorum ki, öbür taraf burdan güzel” diye açıklıyorlarmış, ölümden korkmama nedenlerini.
Ölüme çok yaklaşanlar, hayattan çok daha fazla tad alıyor, yaşamın keyfini çok daha fazla çıkarıyormuş.
Bu gruptakiler, yaşamları boyu hiçbir önemli hastalık geçirmemişlere göre, sosyal bakımdan çok daha eylemsel, çok daha hareketli oluyor, günlerinin hemen her saatini bir şeyle dolduruyorlarmış.
Ölüme çok yaklaşanlar, fiziksel bakımdan da daha iyi durumda imişler. Yedikleri, içtikleri şeylere daha çok dikkat ediyor, daha sistemli spor ve egzersiz yapıyorlarmış.
Dr. Rose ” Ölüme çok yaklaşmış insanlar, daha fazla enerji dolu, hayata daha aşkla ile şevkle bağlı, daha sıkı çalışma dürtüsüne sahip, öfke gibi olumsuz duygulardan olabildiğince uzak oluyorlar” diyor.
Yazında bu konuda daha fazla örnek ya da bilgiye ulaşma olanağı var. Fakat bu satırların yazarı da, yaşamının bir yerinde geçirmekte olduğu çok ağır bir akciğer yangısı (pnömoni = zatürree) sırasında ölümün kıyısına gelip bu deneyimi yaşamıştır.
“Bu durumda, artık öleceğimi anlayıp, en once bir korku duygusu yaşadığımı söyleyebilirim. Bu arada korku duygusuna, hastalığın özelliğine bağlı bir çok acıyı da eklemek gerekir. Bu sıkıntılı durum içindeyken, başucumda olan annemin : “kelimei şehadet getir, evladım!..” dediğini duyduktan hemen sonra kapkaranlık bir dünyaya göç ettim.
Burada karanlıktan başka hiç bir şey yoktu. Ama, buna karşılık hiç bir maddi ya da manevi acı hissetmiyordunuz. Bütün dertler geride kalmıştı. Derin bir huzur ile mutluluk yaşamaktaydım. Ama, bütün bu duygu ile düşünceleri yaşayabildiğm için, beynimin tam anlamıyla ölmediğini kabullenmek gerekir. Sonra, birden tekrar yaşama geri döndüm. Elbette bütün dertler de geri geldi.”
İşte bu yüzden, ölümün hiç korkulacak birşey olmadığını, tam tersine büyük bir huzur kaynağı olduğunu, çevremdekilere anlatır oldum. Ama, onlar anlattıklarımın benim masalsı düşüncelerim (fantasia) olduğu gerekçesiyle, hep dudak büküp geçtiler. Bu deneyi, kendileri yaşamadıkları, benim de yaşadığımı bilmedikleri için haklı da olabilirlerdi.
İnsanoğlu, ölümden hep korkmuştur. Bunun nedeni yok olup gitmek duygusunun verdiği acı olabileceği gibi, bence asıl korkuya insanı götüren ölmeden hemen once çekilmesi zorunlu acılardır. Bu yüzdendir ki, büyüklerimiz, birden bire ölenler için “Allahın sevgili kuluymuş” derler.
Bundan önceki makalemizde sözünü ettiğimiz Rudyard Kipling’ in “IF” şiiri de, sondan 3 – 4 satırlarıyla, bu ölüm ile ölüm öncesi durumunu anlatmaktadır.
“If you can fill the unforgiving minute
With sixty seconds’ worth of distance run –“
Çevirisini yaparsak :
“Affetmeyen son dakikayı, atmış saniyelik
Bir menzil koşusu olarak tamamlayabilirsen;”
Kimbilir belki Rudyard Kipling de, yukarıda anlatılan ölüm deneyimini yaşamıştır. Yoksa durumu bu kadar güzel açıklayamazdı.
Ancak şurası bir gerçek ki, ölümün kıyısına varılıp içine düşülen karanlık ortamda, bir takım duygu ile düşüncelere sahip olunabiliniyorsa, bu o sırada beynin bir bölümnün (hangi bölümü olduğunu kestirmek biraz zor) canlı olduğunu, niceliğini bilemediğimiz bir bölüm enerjiyi kullanabildiğini göstermektedir. Böylece ölüm tam olarak gerçekleşmemiş olur. Tersi olsaydı, demek ki ölüm tümüyle gerçekleşseydi, geri dönüş söz konusu olamazdı. Bu yüzden yaşanan deneyime ÖLÜMÜN KIYISINDAN adını verdik.
Böylece bitkisel hayata düşen kişilerde, beyin ölümü ölçütlerinin yeniden gözden geçirme gereği olduğu, akla geliyor. Bunun için bitkisel yaşama girip, sonradan çıkanlar arasında, bu yönde bir araştırma yapılmış mıdır?… Bilemiyorum. Ama, yoksa böyle bir araştırma yapmak, çeşitli yönlerden ilginç olacaktır.