“Eğer yürüdüğünüz yolda güçlük ve engel yoksa bilin ki o yol sizi bir yere ulaştırmaz.”
Bernard SHAW
İstanbul Göğüs Cerrahisi Merkezine 1968 yılı yaz aylarında konuk olarak gelen İranlı Dr. Cevat Heyet’in başlıca isteğinin Tahranda açık-kalb ameliyatlarını başlatmak olduğundan daha önce söz etmiştik. Bunu gerçekleştirmek için yardıma gereksinimi vardı. Bu yardımı alabilmek için Siyami hocaya başvurmuş. Isteği kabul de görmüş. Ancak Siyami hoca kalabalık bir ekiple Tahrana gidip ameliyatları yapabileceğini bildirmiş. Dr. Cevat Heyet bunu kabul etmemiş. Bunun iki nedeni vardı. Birincisi İran Şahı, o dönemde, Türklere pek de severek bakmıyordu. İkinci neden ise Dr. Heyet ameliyatları kendi ekibinin yapmış olduğunu göstermek istiyordu. Yardıma gelecek kişi ya da kişiler, gölgede kalıp, pek ortalarda görünmeseler iyi olur düşüncesindeydi. Kalabalık bir grup, hele kendi propagandalarıni önde tutmaya eğilimli bir grubu Tahran’a çağırmak istemiyordu. Bunun üzerine Dr. Yalçın Güran’a başvurdu. Dr. Güran kendi propagandasına öyle pek önem vermediğinden öneriyi kabul etti. Anlaştılar. Eylül 1968 içinde Tahranda buluşmayı kararlaştırdılar. Dr. Güran yıllarca izin kullanmadığı için bir önceki yılın iznini kullanabiliyordu. Ancak bir aylık bir zaman bu ışı başarmaya yetecekmiydi? Bunu sonra düşünmeye karar verdi. Hem bir süre, çalışmak için bile olsa, memleketten ayrılmak iyi olur diye düşünüyordu. 22 Eylül 1968 de, Belçika Havayolları uçağıyla Tahrana vardı.
Ertesi gün hemen işe başlayacaklardı. Zira vakit çok dardı. İş çok büyüktü. Tahrandaki ekip en fazla mide rezeksiyonu ameliyatı yapmıştı. Daha ötesinde ne bilgileri, ne de görgüleri vardı.
Dr. Cevat Heyet açık-kalb ameliyatı yapılan yerlerde bulunmuştu. Ama onun da bu konuda fazla bir deneyimi yoktu. Bu durumda, demek ki cerrahi, perfüzyon, aneztezi, biokimya, kardiyoloji-radyoloji ekiplerini ayırıp yetiştirmek gerekecekti. İş o zaman Dr. Güran’a pek te zor gelmemişti. Ama şimdi dönüp geriye baktığımda sanki altından kalkılamıyacak zor bir işmiş gibi geliyor.
Buna karşın alet, ekipman bakımından alt yapı sağlam gibi görünüyordu. Yukarda saydığımız her işin karşılığı olan ekipman daha önce sağlanmıştı. Elbette bunu yapan bol paraydı. Sonradan öğrendiğime göre finansman, o dönemin İranda en güçlü adamı, polis örgütünün başı Timsar Mubassır’ın örtülü ödeneğinden sağlanıyordu. Ameliyatlar da İran Polis Örgütü Hastanesinde yapılacaktı.
Dr. Güran ilk iş olarak elde bulunan Kay-Cross modeli yapay akciğerin kendine ait modifikasyonunu elde etmek için harekete geçti. Böylelikle kan donörü işi çözümlenmiş olacaktı. Bunun için diskler arası rondelelerin (spacer ) yapımı gayesiyle tornacılara başvuruldu. Tahran şehri bir yükseltiyle başlayıp bir düzlükte son buluyordu. Yüksek bölümün en üstünde şah’ın sarayı vardı. Ondan sonra varlıklı İranlıların konakları ile evleri geliyordu. En aşağıdaki düzlükteyse sefalet kol geziyordu. İşte tornacılar şehrin bu düzlük bölumunde tezgâh kurmuşlardı. Bir tornacıda bir günde işimizi hallettik. Zannederim bunda verilen fazlaca paranın etkisi olmuştur. Çünkü adam o gün elindeki bütün işini bırakıp bizimkini yaptı.
Sıra ekibin ayrılıp teker teker yetiştirilmesine gelmişti. Daha ilk gün bu işe girişildi. Ekibin tamamı 17 kişiydi. Çoğu Türkçe bilmiyordu, ama İngilizce, Fransızca biliyorlardı. Dr Güran çok zorlanırsam çevirmen kullanırim diye düşünüyordu. Ekipler ayrıldı. Önce perfüzyon, sonra sırasıyla aneztezi, biokimya, kardiyoloji-radyoloji en sonra da cerrahi konularında hızlı bir eğitim başlatıldı. Cerrahi en sona alınmıştı, çünkü onun uygulamalı eğitimi en son sırayı alıyordu.
Günde 16 – 18 saat çalışıyorduk. Ekip te Dr. Güran da çok yoruluyordu, ama iş hızla gelışmekteydi. Bir süre sonra dil konusunda hiç bir güçlük olmadıgı anlaşıldı. Çünkü aşağı yukarı herkes Türkçe anlıyordu. Bir gün Dr. Cevat Heyet’in şöyle söylediğini hatırlıyorum. “Senin buraya geldiğine en çok neden seviniyorum biliyormusun?.. ßilim dilimiz birden Türkçe oluverdi.” Bilindiği gibi Dr. Heyet koyu bir Türkçüdür.
Çalışmalar hem teorik, hem de uygulamalı olarak yürütüldü. Perfüzyon, cerrahi, aneztezi, biokimya konularında iş çok kolay ilerlemekteydi. Fakat kardiyoloji konusu biraz zorlanıyordu. çünkü Dr. Güran bu konuyu diğerleri kadar açık, pürüzsüz olarak bilmiyordu. Gene de ekip kardiyolojide, şimdilik gerekli olan bilgiye sahip olmaya başlamıştı. Hani derler ya “Konuyu çok iyi biliyor, ama bir türlü toparlayıp anlatamıyor”. Bu söze sakın inanmayın. Bir bilgiyi öteki kişilere aktarabilmeniz için en hurda ayrıntılarına kadar, adınızı nasıl biliyorsanız öylesine iyi bilmeniz gerekir. Bildiğinizi başkalarına kolayca aktaramıyorsanız o konuyu, gereği gibi, bilmiyorsunuz demektir.
Gene de en kolay aneztezi işi yürüyordu. Çünkü bilinen aneztezi yontemlerine, açık-kalb cerrahisi için ufak tefek eklemeler yeterliydi. Perfüzyon ile biokimya için çok emek harcamak gerekmekteydi. Bu konular oradaki ekip için tümüyle yabancıydı. Perfüzyon ile cerrahi önce yalnız teorik yönden ele alınabildiğinden Dr Güran işin pratik yanını yapılacak ameliyatlara bırakmayı yeğledi. Orada da hem cerrahiyi, hem de perfüzyonu kendisi yapmayı düşünmekteydi. Böylece bu işe ayrılmış ekip işi görerek öğrenebilecekti. Ne var ki bu söylediğimiz yöntem bir çok güçlüğü de beraberinde getirecekti. Bekleyip görecektik. Cerrahi konusunda en zorlanılan alan ameliyat sırasında yardımcı olacak hemşırelerin yetiştirilmesiydi.
Hiç yapmadıkları bir işe girişmış bulunuyorlardı. Ama birçok kez neler yapacakları, ameliyat olmadan, sanki gerçek ameliyattalarmış gibi masa hazırlanarak tekrarlandı. Sonunda belli bir olgunluğa vardılar
Bilgi bakımından başka bir zorluk ta ameliyat sonrası bakımda (intensive care ) kendini göstermişti. Ekip bu konuya da çok uzaktı. Teorik olarak etrafiyle anlatmakla birlikte Dr. Güran ameliyat olmuş hastaları ilk gecelerinde kendi bekleyip bakmaya karar verdi. Elbette ekipten bir ya da birkaç kişiyle birlikte işi yürütmeyi tasarlıyordu. Bu arada bir de YEĞİN BAKIM BİRİMİ kuruldu. Hayır! Yanlış okumadınız. Yazılımda da yanlışlık yok. Yoğun değil, yeğin bakım birimi. Neden mi? Çünkü bu ismi ilk kullanan, hala da kullanmaya devam eden batılılar intensive care unit demektedirler. Hangi sözlüğü açarsanız açın orada “intensive = şedit, şiddetli, yeğin ” karşılığını bulursunuz. Yoğun ise consentrated= koyu, yoğun, galiz demektir. İsmi koyan, sonra da kullanmaya devam eden, bir consentration’u, bir yoğunluğu degil. ama bir şiddeti, yeğinliği anlatmak istemiştir. Gerçekten de bu iki sözcüğün anlamları arasında büyük farklılık vardır.
Ne yazık ki, bizim en aklı başında görünenlerimiz bile, bir Osmanlı deyimi olan “Galat’ı maruf lugat’i sahihten evladır” sözü doğrultusunda gitme alışkanlığindan olsa gerek yeğin değil, yoğun sözcüğünü kullanagelmektedirler. Bu bizim gerçeği aramada ne denli tembel olduğumuzu belli eden bir göstergedir. Dolaylı olarak bilim alanında neden sürekli geri kaldığımızın da nedenlerinden biridir. Çünkü gerçeği aramak için, bir sözcük konusunda bile, zahmete katlanamıyoruz. Demek ki intensive sözcüğünü ilk kez çeviren “cumburlop” deseydi, biz hiç aslını araştırmadan “cumburlop bakım birimi” deyip gidecektik. Çok yazık!… Size söylenen bir sözü hiç irdelemeden doğru olarak kabullenirseniz, hiç düşündünüz mü bilim nasıl gelişebilirdi?… Çünkü bilim devamlı kuşku duymaya, “acaba?” diye sormaya, doğruyu biteviye araştırmaya dayanır. Bu kuşkuculuk yüzünden, psikiatride bilim adamlığı, araştırmacılık, paranoid kişilik’ in süblimasyonu olarak tanımlanmaktadır.(22.05.2007 tarihli “Egonun Savunma Düzenekleri” başlıklı makaleye bakınız)
Kurulan yeğin bakım biriminin ekipman konusunda pek eksiği yoktu. Ancak orada çalışacak kişilerin hızla yetiştırilmesi gerekmekteydi. Bunun için gün boyu sürekli yapılan öğrenim oturumlarına bir de açık-kalb ameliyatlarından sonra görülebilecek komplikasyonların anlatıldığı yeni bir oturum eklendi. Bütün bu oturumlarda kişiler değışiyordu, ama konuları anlatan, soruları yanıtlayan kişi, Dr. Güran değişmiyordu. İşe sabah 7 de başlanıp akşam saat 23 te son veriliyordu. Konular yalnız teorik olarak değil, pratik bakımdan da işlenmekteydi. Arada yarım saat kadar öğle yemeği tatili veriliyordu.
Bu çalışma temposunun Dr. Güran’ı bunalttığına karar veren Dr. Cevat Heyet, aşağı yukarı her gün çalışma sonunda bir eğlence ya da ziyafet olanağı sağlıyordu. Bunlar da yorucu olmakla birlikte yeni yeni kişilerle tanışma fırsatı doğmaktaydı. Tahranın sosyal yaşantısı ile “l’haute societée” sini tanıma olanağı bu toplantılarda vardı.
Onaltıncı günün sonuna gelindiğinde, oturumlardaki sorulardan bilgi birikiminin belli bir düzeye geldiği gözlemleniyordu. Elbette daha da ileri gitme olanağı vardı. Ancak bundan sonrası hem çok yavaş yürüyebileceği, hem de ilerlemenin uygulamalara bağımlı olduğu gerekçesiyle açık-kalb ameliyatlarına geçme kararı alındı. Bütun çalışmalara bir gün ara verilerek, hem dinlenme hem de ameliyatlar için gerekli hazırlığın gözden geçirilmesine olanak sağlandı.
İlk ameliyat olgumuz bir ASD idi. Dr Güran daha önce verdiği karar doğrultüsunda hem ameliyatı yapacak, hem de perfüzyonu yönetecekti. Bu arada bir gözü de aneztezi üzerinde olacaktı. Bunun için bir kaç kez ameliyattan çıkıp tekrar girmesi gerekiyordu. Her ameliyata girişte tekrar yıkanıp giysi değiştirmesi gerekirdi. Bu yıkanmaların sayısı her ameliyatta dördü buluyordu. Elbette çok zor bir yöntem. Ama burada yapılan ilk açık-kalb ameliyatları için zorunlu bir davranış biçimiydi. Bu ilk ameliyat başarıyla sonlandı. Dr. Güran’ın karşısında birinci asistan Dr. Heyet oluyordu. Ameliyattan çıkış aralarında ameliyat alanına hakim oluyordu. Yeni yetişen ekip büyük başarı göstermişti.
İlk ameliyattan alınan izlenim ekibin her yönüyle, çok iyi yetıştırilip yönlendirildiğiydi. Bu, bundan sonra yapılacak ameliyatlar için bizi yüraklendirdi. Simdi ilk sıradaki iş perfüzyon ekipmanının sonraki ameliyat için hazırlanması, daha sonra da yeğin bakım birimine alınan hastanın 24 saat boyunca izlenmesiydi. Bu işi de Dr. Güran üstlenmişti. Bir gece uykusuz kalınacağı için ameliyatların bir gün ara verilerek yapılmasına karar verildi. Öyle görünüyordu ki, ekibin tümü daha önceden hazır olabilseydi, bütun bireyler bulundukları noktalarda işlerine hakim olsalardı, aynı gün içinde iki- üç ameliyat yapilabilirdi
Ikinci ameliyatımız bir VSD idi. Gene aynı uygulamayla ameliyat sonlandırıldı. Başarılı olmuştu. Ameliyat sonrası da iyi yürüdü. Ilk olgu olan ASD yeğin bakımdan çıkartılıp normal hasta yatağına alınmıştı.
Üçüncü olgu bir mitral kapağı olgusuydu. Mitral replacement ameliyatı yapılacaktı. Bu da başarıyla sonlandırıldı. Yeğin bakım bıriminde de bir komplikasyon çıkmadan rahat bir gidiş izledi.
Dördüncü ameliyat çok uzun beklemiş bir aorta kapağı darlığı idi. Ameliyatta sol ventrikül kasının iyi durumda olmadığı gözlemlendi. Aorta kapağı değiştirildi. Ameliyat başarıyla sonlandı. Ne var ki, hastanın ameliyat sonrası bakımı sirasında ard arda gelen, kırılamayan ventriküler fibrilasyonlar sonrasında hastayı kaybettik. Bu Dr Cevat Heyet’in moralini bir parça bozmuştu. Kendisine ventrikül kası aşırı bozulmuş aorta darlığı olgularında sonucun böyle olabileceği anlatıldı.
Biz yolumuza devam ettik. Beşinci olgu gene bir mitral hastasıydı. Kapak başarıyla bir yapay kapakla değiştirildi. Ameliyat sonrası bakımda da bir komplikasyon olmadı. Hasta birkaç gün sonra normal hasta yatağına alındı.
Ne var ki Dr. Güran’ın izin süresi son bulmuştu. Dr. Heyet kendileriyle kalıp, bundan sonra Tahranda çalışmasını önerdi. Ama buna olanak yoktu. İstanbul ile Ankarada bir çok iş, bir sürü yükümlülük Dr. Güran’ı beklemkteydi. Ameliyatlı hastaların bakımı için, hiç olmazsa bir süre daha kalması istendi. Ama izin süresi dolmuştu. Bunun için İran dışişleri bakanlığı aracılığıyla Ankaradan 15 günlük fazladan bir izin sağlandı. Bundan sonrası artık Dr. Güran için bir dinlenme olacaktı. O düşünülen programı tam bir ay içinde tamamlamıştı. Ilk iş olarak bir kaç oturum daha yaparak kazanılmış bilgileri, deneyimleri pekiştirdi. Ekibin moralini yüksek tutmaya çalıştı. Çünkü bundan sonra artık yalnız olarak yollarına devam edeceklerdi. Başarı onlarındı. Onlara gerekli olan güven toplum tarafından verilmiş bulunuyordu. Zira yapılan ameliyatların sonuncusu polis kuruluşunun bir üst düzey yetkilisinin eşiydi. Burada dikkatinizi çekmek isterim. Ilk ameliyata verilen hastalar hep alt sınıftan Azeri Türkleriydi. Son ameliyat bir Fars için yapılmıştı. Bu çok önemliydi.
Dr Güran Kasım 1968 in ilk haftası sonu İstanbula, gene Belçika Havayolları uçağıyla vardı. Bir iki gün sonra da Tahran’dan yollanmış büyük bir zarf eline geçti. Bunun içinde bir farsça gazete ile bir mektup vardı. Farsça bilmediğı için gazetede ne yazılı olduğunu okuyup anlayamadı. Fakat beraber çalıştığı grubun bir fotoğrafını gördü. Mektuptan öğrendiğine göre İran şahı açık-kalb cerrahisini gerçekleştiren bütün ekibi huzuruna kabul edip her birini, başarılarından ötürü, tek tek birer madalyayla odüllendirmiş. Dr. Güran olayda kendi adı geçmemesine karşın çok onurlandı. Zira, deneyimli bir ekiple değil, tek başına oraya gidip işi hiç bilmeyenlerden bir takım oluşturup, bir ay gibi kısa bir zamanda açık-kalb ameliyatlarını gerçekleştirmişti. Demek ki bu işi her türlü koşulda, her yerde yapabilirdi. Bunu bilmek ona yetmişti.