BİR AYRILIŞIN GERÇEK ÖYKÜSÜ….(birinci kitaptan)

(Bu anıyı kitabıma aktarırken büyük acı duydum. Fakat bunu atlayarak kitabı yazmayı sürdüremezdim. Aynı acıyı, öyküyü burada yazarken de duydum. Çünkü önce, yaşamımı çok olumsuz yönde etkileyen bir olaydı. İkinci olarak, süregiden önemli bilimsel araştırmalara, sonsuza dek son vermişti. Ama, politikacıların ne denli yanar-döner olduklarını gösteren, “onların ipiyle hiç bir zaman kuyuya inilemiyeceğini!..” anlatan bir öyküdür. Ayrıca, bir kuruluşu yönetenlerin de, akıl ile mantıktan uzak, sırf duyguları ile hırsları doğrultusunda hareket etmelerinin sonuçlarını anlatan bir ibret dersidir. Bu öyküde zeka önde gitmemiştir. Sonucun ne olduğuna, bence okuyucu karar vermelidir.)

(Bir Not : Dilimize “siyaset” karşılığı olarak “politika” sözcüğünü aldık ya, bakın hocam Nurullah Ataç (1898–1957) usta bu konuda neler söylüyor : “Biz dilimize giren batı kaynaklı yabancı sözcüklerin Latince ya da Eski Yunanca köklerini bilmeden bunları dilimize malediyoruz. Sonra da ya yanlış kullanıyoruz ya da anlamlarını çarpıtıyoruz. Örnekse, politika sözcüğünün eski Yunancada “yurt yönetimi” anlamını taşıdığını bilsek, politika yalan-dolan, hile- hurda ile yürütülebilir diyebilirmiyiz.?” O, bu yüzden yeni yetişen gençlerimize Latince ile eski Yunancayı öğretmemiz gerektiğini bir çok kez yazılarında belirtmişti.)

Daha önce de değindiğimiz gibi, yaz ayları hastanenin gereksinimlerinin saptanıp bunların sağlanması için girişimlerin yapıldığı aylardı. 1968 yılı yazı da öyle oldu. Ne var ki Siyami hoca’nın listesi bu yıl her zamankinden daha yüklüydü. Sağlık Bakanı da bir ara İstanbula geldi. Bunu değerlendiren Siyamı hoca bakanı Hastaneye davet etti. Maksat hastaneyi gösterip gereksinimleri yerinde ona anlatmaktı. Hastane gezildi. Sıra masa başında bunlar için gerekli paranın bakanlıkça verilmesi konusunun görüşülmesine geldi. Ancak Sağlık Bakanı bu paranın şu ara kesinlikle verilemeyeceğini söyledi. Siyami hoca alınacak malzemenin yaşamsal önemi olduğunu düşünüyordu. Bu yüzden ısrar ettiyse de aldığı yanıt aynı oldu. Bunun üzerine Siyami hoca bakana, protokola uymayacak bir davranışta bulunarak,“Toplantı bitmiştir, buyrun!..” sözleriyle, onu uğurladı. Bakan bu davranışa çok sert tepki göstermiş. Hava alanında müsteşarına işin halli yetkisini vermiş.

Söz konusu olan yönetime ilişkin bir değişiklikti. Bize göre çok talihsiz, zamansız, yanlış, biraz da duygusal bir girişimdi. Ama siyasal çarklar işledi. Dr. Güran direnmek için büyük çaba harcadı. Hatta bakanla görüşüp, bir de mektup göndererek, bu iş için henüz hazır olmadığını anlatmaya çabaladı. Lakin bakan “Nuh diyor, peygamber demiyordu”. Bazı ara bulucular Dr. Güran’ı ikna için İstanbula gönderildi. Bunların sonuncusu Sağlık Bakanlığı müsteşarıydi. Çok baskı yapıldı. Sonunda Dr Güran “olur” demek zorunda bırakıldı… Yalnız bir şartı vardı: işler ters giderse Şişli Çocuk Hastanesine atanmasının garanti edilmesini istiyordu. Buna da “olur” yanıtını aldı.

Ama nasıl olduysa, Dr. Güran’ın önceden kestirdiği gibi, bakanlık kararından tam yüz seksen derecelik bir dönüş yaptı. Bu durumda Dr. Güran artık İstanbul Göğüs Cerrahisi Merkezinde çalışamazdı. Böyle de davranıldı. Bütün arkadaşlarına, adeta bir kaç beden büyük gelmeye başlamıştı. Bunu bir toplantıda, “artık seninle çalışmak istemiyoruz!..” tümcesini kullanarak, Dr. Haluk Yılmaz ile Dr. Semih Tulpar dışındakiler, demek ki çalışma arkadaşlarının tümü, yüzüne karşı açık açık söyleme durumunda bırakıldılar.

Dr. Güran, nakil ile atama işlemlerini yürütebilmek için, o yıla kadar hiç kullanmadığı yıllık bir aylık iznini aldı. Odasına gitti, kişisel eşyalarını topladı. Kendisinin üzerinde çalıştığı araştırmalara ilişkin hiç bir eşyaya dokunma izni verilmediği gibi, Siyami hoca tarafından, ünlü deyimiyle “bir daha hastanenin kapısı önünden bile geçmemesi” uyarı öğüdü verildi. Dahası, gene Siyami hoca “Yurt dışında olursa önemli değil, ama Türkiyede kendisine hayat hakkı tanınmayacağı”nı söylemiş bulunuyordu.

Kişisel eşyalarını yanına alan Dr. Güran, kimseye veda edemeden, çünkü kendisinden vebalı gibi kaçıyorlardı, bir daha dönmemek üzere İstanbul Göğüs Cerrahisi Merkezi’nden (şimdiki adıyla Siyami Ersek Hastanesi) ayrıldı…

Lütfen, bu yazıyı 20.04.2007 tarihinde yayınladığım “BİR ÇAĞRININ ANIMSATTIKLARI” başlıklı makalem ile birlikte okuyup, değerlendiriniz

Sonrası gelecek makalede…

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*

Şu HTML etiketlerini ve özelliklerini kullanabilirsiniz: <a href="" title=""> <abbr title=""> <acronym title=""> <b> <blockquote cite=""> <cite> <code> <del datetime=""> <em> <i> <q cite=""> <strike> <strong>