SAĞITIMDA HEKİMİN NİTELİĞİ…..

Belki de, insanın var olmasıyla başlar hekimlik hizmeti. Ama, bizi modern hekimliğe kadar getiren süreç Hippocrates (M.Ö. 460 – 370) ile başlar. Bu büyük hekim, M.Ö. 4 üncü yüzyılda şu dört ilkeyi öne sürmüştür :

I. ilke – Önce zarar verme.
II. ilke – Hastalığı onun zıddıyla iyileştir (allopathie)
III. ilke – Ağırbaşlı ve ılımlı davran.
IV. ilke – “Her şey kendi zamanı içindir. Bir girişim bu gün zararlıdır, ama yarın hayat kurtarıcı olabilir.”

Bu ilkelerin dördüncüsü, tıpta araştırma ile yeni buluşların önünü açmıştır. Ama, birinci ilke, bana göre üzerinde uzun uzun durulup düşünülmesi gerekli bir konudur. Tek başına bu ilke bile, hasta sağıtımında tutulacak doğru yolun ne olduğunu anlatır.

Hekim hasta ilişkisinde yüzyılımızın ortalarına kadar hakim olan değerler, II. Dünya Savaşı’nın sona ermesiyle önemli bir irdelenme noktasına gelmiştir. Savaş zamanında Almanya’da Nazi hekimlerinin tıbbi araştırma amacıyla insanlar üzerinde kıyım, işkence uygulamaları, bir uç örnek olarak insanlık üzerinde çok derin, kötü izler bırakmıştır. Bu olay hekim-hasta ilişkisinde yeni bir dönemin habercisidir. Savaş ertesinde oluşturulan tıbbi kural ile bildirgeler, yaşanmış olanların tekrar yaşanmamasını temin etmek kaygısı içerisindedir. Savaş ertesinin Nuremberg Kodları, Dünya Tıp Birliğinin bildirgeleri gibi örnekler, sanki her an karşılaşılabilecek “potansiyel” bir tehlikeye karşı hastaları korumaya çalışmaktadırlar. 1948 tarihli Cenevre Bildirgesi hasta karşısında, hekimlerden “Yaşamlarını insanlık hizmetine adamaları” konusunda yemin etmelerini istemektedir ki, neredeyse en yüce erdemli bir tutum ile davranış örneği olabilecek böyle bir istem, Hipokrat Andı’nda bile yer almamıştır. Söz konusu Cenevre Bildirgesinin metni şöyledir:

Tıp mesleğine bir üye olarak kabul edildiğim şu anda
Kendi yaşamımı insanlığın hizmetine adayacağıma bütün varlığımla yemin ederim,
Öğretmenlerime layık oldukları saygı ve şükranı göstereceğim
Mesleğimi vicdan ve ağırbaşlılıkla yürüteceğim
Benim için hastalarımın sağlığı en önde gelecek
Bana verilmiş olan sırlara, hastanın ölümünden sonra bile saygı göstereceğim
Meslektaşlarım, kardeşim olacak
Din, ulus, ırk parti politikaları ya da toplumsal durumla ilgili değerlendirmelerin görevimle hastamın arasına girmesine izin vermeyeceğim
Tehdit altında olsam bile insan yaşamına başlangıcından itibaren göstereceğim saygıyı sürdüreceğim ve tıbbi bilgimi insanlık yasalarına karşı gelecek şekilde kullanmayacağım
Bunlara bütün varlığımla, özgür olarak onurum üzerine and içiyorum.

Modern tıbbı uygulayıp hasta sağıtımına girişecek bir hekimde şu niteliklerin bulunması gerekir :

1) Genel tıp bilgisi ile bir uzman ise, kendi dalındaki tıp bilgisine bütün ayrıntılarıyla sahip olmak;
2) Her hasta karşısında, bir dedektifin yaptığı gibi, bilinenlerden bilinmeyeni bulması istendiğinden, yeteri düzeyde zeki olmak.
3) Hippocrates andında da bildirildiği gibi, etik kurallara uyacak ahlak düzeyinde olmak;
4) Kendisine ilk elde anlatılan yakınmalar karşısında, bir tek değil!.. Birçok olasılığı birden aklına getirip, bunların arasında ayırıcı tanı yapabilme yeteneğine sahibolma;
5) Tam tanıyı koyup, sağıtmaya geçtiğinde Hippocrates’in birinci ilkesini hatırlayıp, hastaya zarar vermeden sağıtma işini yürütmesi;
6) Modern tıp halen ölüme çare bulamadığına göre, baş koşulun hastanın yaşamını, bir gün bile olsa uzatma gereğinin bilincinde olması;
7) En önde yapılacak işin, hastanın ağrı ile sızılarını dindirmek olduğunu kavramış olması;
8) Hastayı teselli edip, onun dayanma gücünü arttırmayı ön plana alma özelliğine sahibolma;
9) Uygulayacağı sağıtma yöntemlerinin, tanısını koyduğu hastalık için kesinlikle yararlı olduğunu bilmesi;
10) Hasya, deneysel hiç bir yöntemin uygulanamayacağı bilincinde olmak;

Bu on özelliğin, bir tanesinden bile vazgeçilemez. Bunların büyük bir bölümü üzerinde tartışma açma olanağı olmayacak kadar kesindir. Ama, 5 – 6 – 9 incilerini incelemeye almaya değer buluyoruz.

Hastaya zarar vermeden sağıtma başlıca amaçtır. Öyle yöntemler ya da ilaçlar vardır ki, yararlar yanında daha çok zararları sağlar. Bunların göz önüne alınıp ayıklanmaları gerekir. Örnekse, yan etkileri hem çok hem de bu yan etkilerin zararlı olduğu ilaçlar… Bunlar uygulanırsa, hastaya kendi derdinden başka dertlerle başetme yolu açılmış olur. Elbette, aklıbaşında her hekim böyle durumlardan hastasını uzak tutacaktır.

Burada 5 inci ile 9 uncu özelliği birlikte inceleme olanağı vardır. Gerçekten de, modern tıp ölüme bir çare bulamadığına göre, başlıca amaç hastanın yaşam süresini uzatabilecek girişimler yapmak gereği olmalıdır. Öte yandan, uygulanan sağıtma yöntemlerinin, o hastalık için yararlı olması da gerekir. Denebilir ki, bu günkü modern tıpta bunun aksi düşünülebilir mi?… Ya da böyle bir durum söz konusu olabilir mi?…
Üzülerek söylemek zorundayız ki, bu günkü modern dediğimiz tıpta böyle bir çelişki yaşanmaktadır. Konu kanser sağıtımıyla ilgilidir.

Bilindiği gibi, kanserle savaşta en önde gelen, en güçlü silah hastanın bağışıklık sisteminin yeteri kadar güçlü olmasıdır. Aslında, kanserlerin başlangıcında hastanın bağışıklık sisteminin, bir nedenle zayıflamış ya da çökmüş olması hastalığın başlıca nedenidir. O halde, ne yapmak gerekir?… Hastaya yardım edip, yararlı olacaksak bağışıklık sistemini güçlendirecek, davranışlarda bulunmamız gerekecektir. Herhalde buraya kadar söylenenlere karşı çıkabilme söz konusu olamaz.

Ama, bakın kanserlere karşı tıbbi uygulama, günümüzde neleri içeriyor ;

1) Cerrahi girişimle kanserli dokuyu çıkarma;
2) İmmünosüpressif ilaçlar uygulama (kemoterapi);
3) Radyolojik sağıtma (röntgen ışınlarıyla kanser hücrelerini yoketme).

Bunların dışında kansere karşı başka bir uygulama, bir silah elimizde yoktur. Bu eksikliğin başlıca nedeni, elbette kanserin asıl nedeni ya da nedenlerini bilemememizdir.

Fakat, hiç kimsenin yadsımaya mecali olamaz ki, bu üç silahın üçü de bağışıklık sisteminin çökmesine neden olur. Bunun sonucu iyileştiriyorum sandığınız kanser, organizmada kendine karşı duracak hiç bir güç kalmadığından, yayılacak, demek ki yaygın metaztazlar yapacaktır. Öyle de oluyor. Böylece hastanın yaşam süreleri, uzayacağına kısalmaktadır.

Güzel de, ne yapmalı?… Elde silah olmadığını görüp, böyle hastalara hiç bir girişimde bulunmamak, en iyi yöntem gibi görünüyor. Bir olasılık dışında : Hastalığın gidiş yolunda ortaya çıkacak komplikasyonlarla savaşmak, elbette gerekli olacaktır. Hastanın kanseri yendiği bildirilen olgularda ise, asıl nedenin hastanın bağışıklık sisteminin, bir nedenle, güçlü kalması olduğunu da yadsımıyalım.

Yukarda anlattıklarımız, bir yineleme oldu. Çeşitli zamanlarda bunları daha önce de, bir kaç kez söz etmiştik. Ancak, bu gerçekleri, akıllarda yerleşinceye kadar anlatmayı sürdürmek düşüncesindeyiz.

Ama, bu son günlerde, kadınlarda en sık görülen kanser türleri arasına ikinci sırada olan rahim boynu (collum uteri) kanserinin nedeninin bir virus olduğu saptandı. Elbette, bundan sonra bu tür kanser için, nedeni olan virusla savaşılacaktır. Buna benzeyerek, acaba öteki tür kanserlerin nedeni de birer minicanlı (microbe) olamaz mı?… Konu herhalde araştırılacaktır. Bu, bizim için bir umut olmuştur.

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*

Şu HTML etiketlerini ve özelliklerini kullanabilirsiniz: <a href="" title=""> <abbr title=""> <acronym title=""> <b> <blockquote cite=""> <cite> <code> <del datetime=""> <em> <i> <q cite=""> <strike> <strong>