ANEZTEZİ TARİHÇESİNE BİR BAKIŞ….

Anesteziyi hastanın ağrısını dindirmek, yapılacak cerrahi girişim sırasında bu ağrıyı duymamasını sağlamak açısından ele alırsak, anestezinin öyküsü yazılı tarihin çok gerilerine doğru gider.

Gerçekten de birçok tarihçi M.Ö 2000 yıllarında, tek taraflı olarak karotis (şah damarı) üzerine baskı yapılarak ileri derecede bradikardi (kalb yavaşlaması) ile birlikte bilinç kaybının sağlandığını kaydetmektedir. Buna karotis refleksi diyoruz. Aynı sonuç tek taraflı olarak göz küresine basmakla da elde edilebilir. Elbette her iki yol da bazı tehlikeleri içeriyordu. Bradikardi yerine kalbin aniden durmasıyla karşılaşılabilirdi.

Diğer yandan, eskilerin bilinci bulandırmak ya da uyku sağlamak için afyon, papaver somniferum bitkisinden üretilmiş opium; cannabis (marihuana ); hyocyamus niger; Mandrake bitkisinden (atropa mandragora = doğudaki adıyla Şeytan Elması ) elde edilen mandragora gibi maddeleri kullandıkları açıkça bilinen bir gerçektir. Bu Odyssey’de Helenin kullandığı preparatın opium olduğunu, Shakespeare’in Juliet’inin de mandragora içtığini akla getirir. Zamanın hekimleri Ibn’i Sina (avicenna), Al-Razi, Al-Bagdadi, Ibn Al-Koff, yukarda adı geçen preperatların nasıl hazırlandıklarını, nerelerde kullanıldıklarını, tehlikeli olduklarını bildirmişler, ama sağıtıcı dozları ile öldürücü dozlarını (lethal dosis ) bildirmemişlerdir.

Heroin, papaver somniferumdan elde edilen bir alkaloid olan morfinden kimyasal yolla ilk kez 1874 de elde edildi. Morfin tıbbi maksatla devamlı kullanıldığı halde,heroin’in kullanımı 20. yüzyıl başında ağrı kesici, morfinomanları toksinden arındırmak için başlamışsa da sonradan hemen terkedilmistir. Zira morfinden, hem alışkanlık hem de etki bakımından daha tehlikelidir. Cannabis zaman zaman tıbbi kullanıma, glokoma, AIDS, kanser, çok yeğin ağrılar için girmiştir. Acak terkedilmiştir. Morfin canlılarda (endorphine ) adıyla beyin dokusunda doğal olarak üretilerek kan dolaşımına verilmektedir. Fakat dozu çok düşüktür.

Codeine ise opium’da bulunan bir alkaloid’dir. Kimyasal olarak methylemorphine adını alır. Morphine’in methyl eteridir. Doğrudan opiumdan ya da morphine’nin methylasyonu ile elde edilir. Kullanımda sülfat ya da fosfat halinde bulunur. Dionine bir ethylemorphine’ dir. Bu her iki madde de narkotik ağrı kesiciler sınıfına girer. Alışkanlık yapabilirler.

Avustralyada deniz diplerinde yaşayan Kozalak Salyangozu zehirli bir yaratıktır. Yakınlarda yapılan araştırmalarla bunun zehirinde 100 den fazla ayrı madde bulundu. Bunlardan biri sinir ileti sistemini bozuyordu. Ayrılan bu maddeden morphine’den daha etkili, ama belki de bağımlılık yapmayacak bir ağrı kesici elde edilebilecektir.

Aradan Hippocratic okul, “aesculapius cult” ü, Diascoridler ile Galen geçtikten yaklaşık 500 yıl sonra, bir anestezik olan ether ya da (CH3 CH2)2 O, 1275 te İspanyol kimyacı Raymundus Lullius tarafından keşfedildi. Bu yeni buluşa, o zaman, “tatlı vitriol” adı verilmişti. Bilindiği gibi vitriol H2SO4, derişik sülfirik asiddir. Bu madde simyacılar tarafından 13. yüzyıl başında bulunmuş olup ether elde etmek için kullanılmaktadır. 1540 ta ether’in sentezini Alman bilgini Valerius Cordus yaptı. Aşağı yukarı aynı zamanda İsviçreli hekim, simyacı Paracelsus asıl adıyla Teophrastus Philippus Aureolus Bombastus ether’in hipnotik (uyutucu) etkisini buldu. Daha sonra, 1730 da, Alman bilgini W.G. Frobenius “tatlı vitriol” ismini ether’e çevirdi.

Peter Martyr d’Anghera, 1516 da, güney amerika yerlilerince kullanılan zehirli okları tanımladı. Okların ucunda insanı ya da hayvanı felç edip öldüren bir zehir bulunduğunu anlattı. Sir Walter Raleight onu ilk kez Avrupaya getirmiştir. Fakat coğrafyacı Alexander von Humbolt,1807 de Güney Amerika yağmur ormanlarında yelilerce bu ok zehirinin hazırlanışına görgü tanıklığı etmıştir. Buna göre ok zehiri curare değişik bitkilerin yaprak ya da köklerinden elde edilmekteydi. Bu bitkiler sıklıkla Strychnos toxifera, S. guianensis, Chondrodendon tomentosum, Sciadotenia toxifera idiler. Ancak yerliler bununla yetinmeyip, hazırladıkları ok zehiri içine yılan zehiri ya da zehirli karıncaları da eklemekteydiler. Yerliler hazırladıkları bu zehiri küçük okların uçlarına sürüp, küçük bambu borulardan üfleyerek atıyorlardı. Fakat artık curare, yağmur ormanı yerlilerice kolayca bulunamamaktadır. Çünkü bunun ham maddesi, anestezide kullanılmak için, gelişmiş ülkelere ihraç ediliyor.

Curare alkoloidlerinin çoğunluğunu curarin ile tubocurarin yapar. Alkoloidler acethylcholin aktivitesini bozarak iş görürler. Sonuçta periferik iskelet kaslarından başlayan bir felç görülür. En sonra da solunum kasları felç olur, solunum durur. Sir Benjamin Brodie, 1811 de, curare zehirlenmesinde solunum durduğu halde kalb atışlarının sürdüğünü göstermiştir. Demek ki, erken dönemde zehirlenmiş kişiye yapay solunum uygulanırsa ölüm önlenebilecektir. Modern aneztezide yapılan da budur. Ancak gerekli girışim yapıılamaz ya da yapılmazsa kalb de sonunda durarak ölüm gerçekleşir. Kalb durup ölüm gerçekleşinceye kadar kurbanın bilinci kaybolmaz. Bütün olup bitenleri algılar.

Ingiliz fizikçi Robert Boyle ile asistanı Robert Hooke 1600 lü yıllarda bir hava pompası yaptılar. Bu icatları ile her ikisi de solunum fizyolojisi, respiratörlerin öncüsü sayılırlar.

(Sürecek)

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*

Şu HTML etiketlerini ve özelliklerini kullanabilirsiniz: <a href="" title=""> <abbr title=""> <acronym title=""> <b> <blockquote cite=""> <cite> <code> <del datetime=""> <em> <i> <q cite=""> <strike> <strong>