Howard Gardner 1983 te yedi, daha sonra 1996da da bunlara bir tane daha ekleyerek, toplam 8 çeşit zeka türü olduğunu bildirdi.
H.Gardner’in bu kurama ulaşması, Boston Üniversitesi Tıp Fakültesi ile Boston Emekliler İdaresi Tıp Merkezinde normal ile yetenekli çocukların bilişsel potansiyellerinin gelişimiyle beyindeki hasarlardan doğan zeka bozukluklarını incelediği araştırmanın bir sonucudur.
Burada Gardner, bir insan felç olduğunda beyninin bir bölümünün hasar gördüğünü, bu hasara hangi bölümün uğradığını, davranışlarıyla, anlattığını söylemektedir. “Müziksel yeteneğini kaybeden insanlar konuşabilmekte, dilsel yeteneğini kaybedenler de şarkı söyleyebilmektedir. Demek ki bir yetenek kaybedilince ötekiler korunabilmektedir. Öyleyse insanların tek tür zekaya sahibolmaları olanak dışıdır.”
İşte bu düşünce Gardner’i “çoklu zeka kuramı”na götüren temel neden olmuştur. İnsanlarda bulunan bu 8 zeka türüne daha başka zeka türlerinin de eklenebileceğini söyleyen Gardner, sıralamayı şöyle yapmıştır :
● Sözel-Dilsel Zeka; Bu tür zeka şiir,mizah, öykü anlatma,gramer,mecazlar, teşbihler, soyut – simgesel düşünme, kavram oluşturma, sözcük yazma gibi karmaşık olasılıkları içeren dil üretim kapasitesidir. Bu zeka türünde gelişmiş kişiler okuma, yazma, konuşma, tartışma gibi konularda başarılıdırlar.
● Ritmik-Müzikal Zeka; Bu tür zeka ritmik, tonal kavramları tanıma ile kullanma, çevreden gelen seslere, insan seslerine, müzik aletlerinin seslerine karşı duyarlılık kapasitelerini içerir. Alfabede öğrendiklerimizin bir çoğu bu zeka sayesindedir. Biraz düşünelim; azıcık stresliyken müzik sizi nasıl sakinleştiriyor ya da sıkılmışken nasıl gayrete getiriyor ya da daktilo ile yazarken, egzersiz yaparken düzenli bir ritme ulaşmamıza nasıl yardım ediyor. Bu zeka türünde gelişmiş olan kişiler bir müzik aletini çalmaktan, şarkı mırıldanmaktan, şarkı bestelemekten hoşlanırlar.
● Mantıksal-Matematiksel zeka; Bu tür zeka bize çoğu kez “bilimsel düşünme” ya da tümdengelimci düşünmeyi çağırıştırır. Bunun yanı sıra tümevarımcı düşünme süreci de vardır. Tümevarımcı düşünme objektiv gözlemler yapma, incelenen verilerden bir sonuç çıkarma, yargıya varma, hipotez kurabilme yeteneğidir. Tümdengelimci düşünme genel bir durumu, onun bütününe bakarak gözleme, anlama yeteneğidir. Mantıksal-Matematiksel zeka problem çözme ya da yeni bir olayın tartışıldığı durumlarda harekete geçer. Bu tür zeka kavramları tanıma, sayılar ile geometrik biçimler gibi soyut simgelerle çalışma, bilginin belirgin parçaları arasında ilişkiler kurma ya da bu parçalar araşındaki farklı bağlantıları görebilme kapasitesidir.
● Görsel-uzamsal (mekansal) Zeka; Resim,grafik,heykel gibi görsel sanatlar, denizcilik, harita yapımcılığı, mimarlık gibi yüzey ile onun içinde bilginin kullanımını gerektiren durumlar, farklı derinlik ile açılardan nesneler tasarlama tasarlama yeteneği gerektiren satranç gibi oyunlar görsel-uzamsal zeka ile ilgilidir. Bu zekanın temelindeki anahtar duyu, görme duyusu ile buna bağlı olarak biçimler tasarlama, zihinde resimler yaratma yeteneğidir. Uçabildiğimizi savunduğumuz, sihirli yaşamlar gerçekleştirdiğimiz, belki de olağanüstü bir serüven öyküsünde baş kahraman olduğumuz çocukluk düşlerimizde bütünüyle bu tür zeka kullanılır.
● Bedensel-Kinetik Zeka; Duygularını vücudunu kullanarak (dans, vücut dili gibi), bir oyun oynayarak (spor yapma gibi) ya da yeni bir ürün yaratarak (düşünce yoluyla bir icat yapmak) söylemek yeteneğidir. Eğitimin önemli bir bölümünde yaparak öğrenme, uzun süredir kabul görmektedir. Bu zeka türünde gelişmiş olan insanlar spor yapmayı, dans etmeyi severler. Bunun yanı sıra ellerini iyi kullanırlar. Vücut kontrolu ile eşgüdümünde başarılıdırlar. Aktörler (akriristler), balet yapanlar, palyaçolar ile pantomim oyuncuları gibi kişiler, insan ruhunu derinden etkilemek için vücudun kavrama, anlama, iletişim konusundaki sonsuz olanaklarını en iyi biçimde kullanan insanlardır.
● Sosyal (Kişiler arası) Zeka; Bir grup içinde işbirlikli çalışma yeteneği demektir. Öteki insanlarla sözel ya da sözsüz iletişim kurabilme bunun özüdür. Bu zeka türü isanlar arasındaki ilgi farklarını ortaya koyar. Örnekse ruh halleri, huyları, yönelimleri ile amaçları gibi. Bu zekanın daha ileri bir biçimi, kendini başkalarının yerine koyma, onların niyetleriyle arzularını anlayabilmektir (empati). Bu zeka türünde çok gelişmiş olan insanlar genellikle danışmanlar, öğretmenler, terapistler, politikacılar ile dini liderlerdir.
● Kişi-içi Zeka; İnsanın duygularını, duygusal tepki derecesini, düşünme sürecini (Biliş bilgisi) tanıma, kendini yansıtma ile öz benliğiniyetisi ya da ön sezisi gibi kendi iç görünüşünü bilmesidir. Başka bir deyişle içsel zeka, bizim kendi bilincimizin farkında olmamıza, kendi kendimizi tanımamıza olanak sağlar. Bu bizim kendimize dönme, kendimizi izleme aşamasıdır. Bu zeka türünde gelişmiş olan insanlar, başkalarının duygu ile düşüncelerini anlama, yoğunlaşma, nesne ötesi düşünme konularında başarılıdırlar. Meditasyon yapmaktan hoşlanırlar. Gardner’e göre bu zeka çok özeldir. Dil, müzik, sanat, dans, semboller ile kişiler arası iletişim gibi tüm öteki zeka türlerini kapsar.
● Doğa (Natüralist) Zekası; Gardner 1980 lerin başlarında yedi tür zeka tanımlamasına karşın 1996 yılında zeka türü olarak adlandırılmayı açıkça hakeden bir beceri daha bulduğunu belirtmektedir. Bu daha önce tanımladığı yedi türe ilk eklemesidir. Doğa (Natüralist) zekası kayalar, çimler, flora, fauna çeşidi de içinde olmak üzere bitkileri, mineralleri, hayvanları, dünyayı, dağları, denizleri, mevsimleri v.b. tanıma, sınıflandırma yeteneğidir. Arabalar ya da spor ayakkabılar gibi kültürel ürünleri tanıma becerisi de doğa zekasına dayanıyor olabilir. Her insan bunu belirli ölçülerde yapabilmekte, köpekleri, kedileri, ağaçları tanıyabilmektedir. Ama bazı insanlar daha küçük yaşlarda ürünleri tanımada, sınıflandırmada aşırı derecede başarılı olmaktadır. Örnekse, dinozorları tanımada üç ya da dört yaşlarındaki çocuklar yetişkinlerden daha başarılıdırlar. Darwin doğasal zekaya gösterilebilecek en ünlü örnektir. Çünkü o canlı şeylerin doğasını derinden göreblilmiştir. Bu zeka türünde gelişmiş olan insanlar izcilik-dağcılık yapmaktan, jeolojiden, astronomiden, doğa tarihi müzeleri ile ulusal parkları, hayvanat bahçelerini gezmekten, balık tutmaktan hoşlanırlar.
Dikkatinizi çekmiş olmalı; bu zeka türleri içindeki son iki tanım bir parça zorlama olarak yapılmış gibi gözükmektedir. Nitekim kuramın sahibi Gardner bile bu son iki türün bütün öteki türlerle birlikte olabileceğini, “her insanın bunu belirli ölçüde yapabilmekte” olduğunu sunduğu tanımlar içinde anlatmaktadır. Keşke bu son iki tanım hiç yapılmamış olsaydı. Böylece kuram çok daha inandırıcı olabilecekti.
Bu günlerde, daha başta Gardner’in de söylediği gibi, bu sıralamaya bir de Cinsel Zeka kavramı katılmış olup bu konuda İstanbulda uluslararası seminer bile düzenlenmiştir. Cinsel zeka, temel içgüdülerin en başta geleni olan, türün devamını sağlayan cinsel içgüdüye dayandırılmaktadır. Bu konuda oluşabilecek sürtüşmeler ile krizleri çözümleyecek bir zeka türü olarak tanımlanıyor.
Ne var ki, bu düşünce doğrultusunda gidilirse, öteki içgüdüler için de birer zeka türü tanımlanma olanağı doğacaktır. Bu da Gardner’in sıralamasını zenginleştirir. Ama ne denli doğru olur? Tartışmaya açık bir konudur.
Konuya daha yakından bakılırsa her iç güdüye yakıştırılacak bir zeka türü ancak Gardner sıralamasındaki zeka türlerinin birer alt-dalı olabilir. Çünkü bunların bir kişide tek başlarına bulunması ne duşünülebilir, ne de doğru bir özellik olur.
Ancak, kendini koruma ile beslenme içgüdülerine karşılık öne sürülebilecek iki zeka türü, yalnız başlarına ya da ikisi bir arada bir kişide bulunup, o kişide başka tür bir zeka bulunmuyorsa , bu ancak “ Tilki Zekası “ na uyacak bir durum olabilir. Çünkü böyle bir kişi yanız beslenip kendini korumadan başka bir şey düşünemeyeceğinden ilkel düzeyde kalacaktır. Gerçekte de “ Tilki Zekası “ ilkel düzeyde olan bir zeka türünden başka bir şey değildir. Ama ne yazık ki, günümüzün bazı insanlarında bu durumu gözlemleyebiliyoruz.
Bize göre bir insanda, biri daha baskın olmak koşuluyla, bu zeka türlerinin bir kaçı birarada bulunabilir Bunu, kuramı gliştiren Gardner de daha işin başında belirtmiş bulunmaktatır. Elbette bir tek zeka türüne sahip kişiler de vardır. Bütün sorun, çeşitli zeka türleri olduğunu bilerek, insanları bu yeteneklerine göre eğitip yetiştirmekten geçer.
Buna Türkçemizde “Çoklu Zeka” diyoruz. Çoklu zekadan yola çıkılarak çocukların eğitiminde bundan yararlanma konusu ele alınmıştır. Çünkü günümüz eğitim sistemi büyük ölçüde sözel ya da sayısal zeka alanlarına dayalıdır. Buna bağlı olarak da eğitim-öğretim süreci sonunda elde edilen öğrenme ürünleri sadece sözel-sayısal olarak ölçülmektedir. Bu sisteme göre sözel ya da sayısal zeka alanlarında güçlü olmayan öğrenciler başarısız olmak durumundudırlar.
İşte belki de son yıllarda ÖSS sınavlarında görülen büyük başarısızlık oranları, soruların çoklu zeka kavramını göz önüne almadan hazırlanıyor olmasına bağlıdır. Ama, elbette yürütülen eğitimin de bu doğrultuda olması gereklidir. T.C. Milli Eğitim Bakanlığı yaptırdığı çalışmalarla 1999 yılından bu yana çoklu zeka’nın okullarda uygulanmasını programına almış bulunmaktadır. Ne var ki, uygulama bir pilot okulda başlatıldı. Böylece çocuğun zeka türüne göre eğitım ile gelişimınin sağlanması hedef alınmaktadır.
Bundan yıllarca önce, zannederim 1976-77 yıllarıydı, ilkokula yeni başlamış ama bazı sayıları bir türlü belleğinde tutamıyan küçük bir kıza bunları bir şarkı içinde kullanarak hatırlamasını sağlamıştım.
Gerçi müzikal zeka ile matematiksel zekayı birbirinden tümüyle ayrı tutup yalıtmak da ne denli doğru olur? Bu çok tartışma götürebilir bir konudur. Çünkü müzikle matematik iç içe olan birimlerdir. Sadece bu kadarla kalmayıp, her ikisi de uluslararası dil niteliğindedir. Müzik sadece nağmelerden oluşmaz. Kulağa hoş gelen bu nağmeler bir dizi duygusal, matematik, fizik işlemlerden geçtikten sonra elde edilen son üründür. Geçirilen işlemler ne kadar sağlamsa elde edilen müzik yapıtı da o kadar kalıcı olur. Pek çok benzerleri yanında çarpıcı bir örnek olarak J.S. Bach’ın yapıtları gösterilebilir. Bu yüzden bir bölüm müzikolog Bach’ın yapıtlarını birer bilimsel çalışma olarak nitelendirirler. Gene aynı nedenle Sergei Prokofief geçen yüzyılın Bach’ı olarak kabuledilir. Bu bizim şimdiki konumuzun tümüyle dışında olduğundan fazlaca üzerinde durmayacağız.
dönem ödevimin konusu zekaydı çok iyi bi şekilde anlatılmış teşekkürler
Hocam ellerinize sağlık… Bir öğretmen olarak çok faydalandım. Bu bilgiyi mesleğimde kullanacağım. Teşekkürler…
bence bu çok güzel bir öğretmen olarak bunu çocuklarıma anlatıcağım
bence bu çok güzel
meraba bn imam hatibe geçtm derselerimiz ağırr odevimm buydu teşekkurler çok iyi bilgi verdiniz saygılarımla