Zeka, Tanrı tarafından yalnızca insanlara bağışlanmış bir ödül değildir. Hayvanlar da bundan kendilerine düşen payı almışlardır. Yalnız hayvanlarda zeka bileşenlerinden yoğunlaşmaya kadar olan bölümler vardır. Elbette bir de uyarı iletim hızlarına sahiptirler.
İnsanları hayvanlardan ayıran nedir? Sorusuna değışik yanıtlar verilmiştir. Birisi “İnsanlarda gülme yetisine vardır, hayvanlarda ise yoktur” demiştir. Bir başkası “İnsanlar alet icadedip onu kullanabilir, hayvanlar bunu yapamaz” diyerek aradaki farkı açıklamıştır.
Ne var ki primatların pek çoğunun, icadetmek değil ama alet kullanabildiğinı biliyoruz. Bilim adamları geçtiğimiz günlerde doğada yaşayan goriller arasında ilk kez alet kullanımını gözlemlediler. Kongonun kuzeyinde yaşayan dişi bir goril, bir ağaç dalıyla önündeki su birikintisinin derinliğini ölçtükten sonra ağaç kütüğünden bir köprü yaparak üzerinden geçmiştir.
Dahası, karıncalar geçemiyecekleri bir yer yarığına rastladıklarında bu açıklığa karincalardan oluşan bir köprü kurarak geçişi sağlarlar. Daha da ötesi, İsviçreli Prof. Laurent Keller’in buluşuna göre Kuzey Amerika, Batı Afrika ile Galapagos adalarında yaşayan Wasmania Auropunctuta türü karıncalar kendilerini kopyalayabiliyorlar (Clon’layabiliyorlar). Bu elbette bir zeka belirtisi değil. Ama saptanan ilk doğal kopyalama işlemidir, hayvanların ya da doğanın biyolojik işlemler açısından insanlardan bir adım önde olduğunu gösterir.
Şunu hemen hatırlayalım : 1975 yılında biolojist Marie-Claire King ile Allan Wilson şempanze ile insan gen yapısının % 98 oranında örtüştüğünü bulmuşlardır. O halde insan ile hayvan arasında zeka noktasında ne fark vardır?
Bir düşünelim, her hayvan kendi çıkarlarını, insanda olduğu gibi, pek iyi bilir.
Çıkarların korumak için akla gelmedik planlar yapabilirler. Yalnız hayvanlarda insanda olan uzun süreli biriktirme özelliği yoktur. Hayvanlarda biriktirme özelliği olsaydı tilki tavuk milyoneri, koyunlarla sığırlar da ot zengini olurlardı. Ama matematik problemi çözemezlerdi. Demek ki insanlar arasında sadece köşeyi dönüp zengin olmaktan öteye başka bir şey düşünemeyenler ancak hayvan zekasına sahiptirler. Buna ilkel zeka (primitif zeka) da diyebiliriz.
Ulu önder Atatürkün de bu tür “tilki zekalıların” farkında olduğunu Falih Rıfkı Atay‘ın bir yapıtından öğreniyoruz. Ata, Vahidettin‘nin tahta geçmesinden sonra onunla yaptığı bir konuşma sırasında şöyle düşünmekte : “Ben tilki tabiatında her entrikanın her gün şahidi olduğum yüzlerce örneğinden biri karşısında bulunduğuma büyük bir üzüntüyle kanaat getirdim”.
Servet sahibi olmanın kendilerini en akıllılar arasına sokabileceğini düşünenler de dünyanın en alık kişileridir. Buna karşın, daha once sözünü ettiğimiz gibi, bu tür düşünceye destek verip yücelten topluluklar, ki bu budalalığı bir erdem gibi görmekle eşanlamlıdır, sonuçta giderek bir alıklar ordusu yaratmış olurlar. Elbette, gereği kadar çoğalınca, bu alıklar yönetimi de ele geçireceklerdir. Çünkü gerçek insan zekasına sahip kişiler azınlıkta kalmıştır. Normal insan zekasının iş görememesi durumunda değer yargıları olumsuz yönde değişir, ahlak değerleri birer birer kaybolur. Öte yandan adalet duygusu , adalet fikri de giderek törpülenerek yok olur. Bu durum karşısında kalan bir toplum yıkılmak zorundadır, bunu da haketmiştir. Sonuçta, aklını daha iyi kullanabilen birilerinin boyunduruğu altına girer.
Geriye ne kalıyor? Matematik problemi çözebilme, şiir ya da öykü yazabilme, birşeyler icadedebilme, kısaca yaratıcılık özelliği… Bize göre, işte bu hayvanlarla insanları birbirinden ayırdeden çizgidir. Matematik de bir insan zekası ürünüdür. Matematiği keşfetmekle insan kendi zekasının denek taşını (Mihenk taşı) bulmuş olmaktadır. Alet icadedip onu kullanma daha sonra gelir. Zira bu son iki özellik hayvanlarda da bulunabilir (primatlar ile karıncaları anımsayalım).
İnsan zekası yaratıcı bir varlıktır; parıldar. Ortaya sorunlara bağlı karmaşa çıkarmaz, var olan sorunlara çözüm bulur. Albert Einstein’ın bir sözü vardır, diyor ki : “Karşılaştığınız sorunları, o sorunları yarattığınız düşünce düzleminde kalarak çözemezsiniz”. Bunun anlamı, aynı bilgilendirmeye farklı açıdan bakılması (başka bir deyişle paradigma’yı değiştirme) gerekliliği demektir. Alık değil, ama belli bir zeka düzeyinin üzerinde olan kişiler bunu yapabilir ancak.
Bu yüzden zeka düzeyi yeterli olmayanlar sorunlar içinde boğulup giderler. Zekası yeteri kadar yüksek olanlar, bir anda soruna çözüm bulamasalar bile kendilerini rahatlatacak görüşlere ulaşabilirler. Böylece çözüm için daha sakin, daha uz düşünme olanağını elde ederler.
Olumlu insan zekasının iş gördüğü alanda para kazanıp varlık edinme, olsa olsa bir yan ürün olarak düşünülebilir. Gerçekten de sanat, bilim, teknoloji alanlarında dahice buluşlar ile yapıtlar ortaya koymuş olanların pek azı zenginleşebilmiş, büyük çoğunluk ya alçakgönüllü, gösterişsiz bir yaşam sürmüş ya da sefalet çekmişlerdir. Dahası bazılarına (Galileo Galilei’ye engizisyonun yaptığı gibi) onurlandırma bir yana, ölümle gözdağı verilmiştir.
Bu varlık edinip, edinememe konusuna en çarpıcı örnek internet’in öyküsüdür. 1960 lı yılların ilk yarısında, soğuk savaşın dorukta olduğu dönemde ABD de askeri, stdatajik nedenler yüzünden yeni bir iletişim sistemine gereksinim duyuldu. İşte 1962-1964 yılları arasında Paul Baran adında bir araştırmacı internet’in bir prototipini tasarımlayıp gerçekleştirdi. Böylelikle internet’i bulmuş oldu. Ama bu buluşundan ötürü hiç para kazanamadığı gibi bazı kaynaklar onun adından bile söz etmezler. Onu yok sayarlar. Öte yanda bazıları “internet’in babası” diye 1973 te Robert Kahn ile birlikte bu günkü TCP/IP prdtokol düzenini geliştiren Vinton G. Cerf’i interneti bulan kişi olarak öne sürer.
Cerf ile Kahn’ın inernet için yaptıkları işin değeri hiç bir zaman yadsınamaz, ama hiç unutulmaması gereken iki konu vardır. Bunlardan birincisi TCP/IP nin fikir babasının Bill Joy olduğu, geliştirmenin V.G. Cerf ile arkadaşınca yapıldığı; ikincisi ise internet’i ilk kez bulup kullanıma sunan kişinin bunlardan on yıl önce P. Baran olduğudur.
Yaptığı buluş yüzünden servet kazananlara en iyi örnek ise dinamiti bulan Alfred Nobel olabilir. Ama o da, yaptığı buluşun yıkıcı etkisini görerek, Nobel Vakfını kurup Nobel Ödüllerinin verilmesini sağladı. Bu belki de bir tür kefaret ödeme biçimiydi. Dinamiti buluşu dışında, Nobel ünlü bir silah üreticisiydi. Bu yolla da insanlık için çok olumsuz bir dönemece girmiş oldu. Ama varlığının en büyük kaynağının, kazandığı paralarla petrol konusunda yapmış olduğu yatırımlardan oluştuğu bilinmektedir.
Zaka konusunda Albert Einstein’den yapılan bir aktarma zihinleri biraz karıştırmıştır. Einstein aşağı yukarı şöyle demiş : “En zeki olan bir kişi bile beyin kapasıtesinin ancak % 15 ini kullanmaktadır”. Bir çoğumuz bundan, “demek ki beynin kullanılmayan bir % 85 lik bölümü varmış. Bunu da kullanım alanımız içine alırsak ne müthiş bir zekaya sahip oluruz.” Sonucunu çikarma eğilimindedir. Ne var ki Einstein’in, beynin sadece zekaya ilişkin bölümünden söz etmeyip özellikle “beyin” dediği, demek ki beynin tümünü kasıtladığı için, anlatmak istediği bu olmasa gerektir. Çünkü, beynın % 85 i duragan, kullanılmayı bekler durumda bir bölüm değildir. Bilindiği gibi bizim istemimiz (irademiz) dışında bazı işlemler kendiliğinden yürutülmektedir. Bunların içinde hormonların salgılanması, enzimlerin çalışmaları, elektrolitlerin dengelendirilmesi başta gelir. Ayrıca burada sayamıyacağımız bir çok organın istem dışı çalışması beynin bu % 85 lik bölümünce düzenlenir.
Bizce Einstein, zeka ögesinin beynin yalnızca % 15 ini kapsadığını anlatmaya çalışmış olsa gerektir. Ayrıca sözünü ettığımız olağan üstü zekaya sahip bu kişi, bir beyin fizyolojisi uzmanı olmayıp bir matematik-fizik dehası olduğundan yaptığı bu saptama çok tartışma götürebilir.
Burada önümüze bir de akıl sözcüğü çıkıyor. Acaba zeka ile akıl farklı kavramlarmıdır? Yoksa eşanlamlımıdırlar?
Yeni Türk Dili Sözlüğüne bakılırsa, akıl = Düşünme, anlama, kavrama gücü, us, hafıza ya da bellek, düşünce anlamlarını taşımaktadır. Buna karşılık
Zeka = İnsanın düşünme, akıl yürütme, objektif gerçekleri algılama, yargılayıp sonuç çıkarma yeteneklerinin tamamı, anlak, dirayet, feraset, zeyreklik diye tanımlanmıştır.
Buradan akıl ile zekanın anlamlarının yüzde yüze yakın örtüştüğü görülmekte. Anlamları aynı olan iki sözcük te eşanlamlı olacağına gore zeka ile akıl aynı, eş kavramı taşır diyebiliriz.
Bu iki sözcüğün ayrı kavramları taşıdığı savında olanlar vardır. Demek ki bir kişi için zekası kıt, ama aklı fazla, ya da aklı kıt ama zekası fazla diyebiliriz (!)…Bu olsa olsa “tilki zekası” nın tanımı için işe yarar bir yaklaşım olabilir. Çünkü orada yüksek düzeyde bir zekadan söz açmak olanağı olmadığına gore, ancak kişinin akıllı olmasıyla durum açıklanabilir ki bunun ne denli doğru olabileceği konusu tartışmaya her zaman açıktır.