D E P R E M !… Parametreler (devam)…. (Bölüm 3)

 YEĞİNLİK (ŞİDDET = INTENSITY) : Herhangibir derinlikte olan depremin, yeryüzünde algılandığı noktadaki etkisinin ölçüsü olarak tanımlanmaktadır. Başka bir deyişle depremin yeğinliği, onun yapılar, doğa ile insanlar üzerindeki etkilerinin bir ölçüsüdür. Bu etki, depremin büyüklüğü, odak derinliği, uzaklığı, yapıların depreme karşı gösterdiği dayanıklılığa bağlı olarak değişik olabilmektedir. Yeğinlik depremin kaynağındaki büyüklüğü hakkında doğru bilgi vermemekle birlikte, deprem yüzünden oluşan yıkımı, yukarıda belirtilen etkenlere bağlı olarak yansıtır.

Depremin yeğinliği, depremlerin gözlenen etkileri sonucunda, uzun yılların vermiş olduğu deneyimlere dayanılarak hazırlanmış olan “ Şiddet Cetvelleri “ ne gore değerlendirilmektedir. Başka bir deyişle “ Deprem Şiddet Cetvelleri “ depremin etkisinde kalan canlı cansız herşeyin depreme gösterdiği tepkiyi değerlendirmektedir. Önceden hazırlanmış olan bu cetveller, her yeğinlik derecesindeki depremlerin insanlar, yapılar ile arazi üzerinde meydana getireceği etkileri belirlemektedir.

Bir deprem oluştuğunda, bu depremin herhangibir noktadaki yeğinliğini belirlemek için, o bölgede meydana gelen etkiler gözlenir. Bu izlenimler “Şiddet Cetveli” nde hangi yeğinlik derecesi tanımına uygunsa, depremin yeğinliği o yeğinlik derecesi olarak değerlendirilir. Örnekse, depremin neden olduğu etkiler, “Şiddet Cetveli” nde VIII yeğinlik olarak olarak tanımlanan bulguları içeriyorsa, o deprem VIII yeğinliğinde bir deprem olarak tanımlanır. “Deprem Şiddet Cetvelleri” nde yeğinlikler romen rakkamlarıyla gösterilmektedir. Bu gün kullanılan başlıca yeğinlik cetvelleri değiştirilmiş “Mercalli Cetveli (MM)” ile “Medvedev-Sponheur-Karnik (MSK)” yeğinlik cetvelidir. Her iki cetvel de XII yeğinlik derecesini kapsamaktadır. Bu cetvellere gore yeğinliği V ya da daha aşağı olan depremler genellikle yapılarda hasar meydana getirmeyip insanların depremi algılama biçimlerine gore değerlendirilirler.

VI – XII arasındaki yeğinlikler ise, depremlerin yapılarda meydana getirdiği yıkım ile arazide oluşturduğu kırılma, yarılma, heyelan gibi bulgulara dayanılarak değerlendirilmektedir.

(Yorum VI – Yeryüzündeki yıkımların depremin yeğinliği ile ilgili olduğu bir gerçektir. Ama burada unutulan ya da hiç akla gelmeyen bir parametre daha vardır. Bu parametre DEPREMİN SÜRESİ’ dir. Hiç yıkıma neden olmaz diye değerlandirilen V yeğinliğinde bir depremin 2 dakika – 5 dakika – 10 dakika kadar sürdüğünü düşünelim. Bu 5 saniye süren VII – VIII yeğinliğindeki deprem kadar yıkıma yol açacaktır. Buna bir de rezonans olgusunu katarsak (uygun adım yürüyen bir askeri birliğin bir köprüyü yıkabileceğini anımsayalım) sürenin ne kadar önemli olduğunu anlarız. Yanılgıdan uzak kalmak istiyorsak deprem konusunda yapılan hesaplamalara süre parametresini kesinlikle koymak gerekecektir.

Ayrıca binalarda olan yıkım derecelerinin ölçü olarak alınması yanıltıcı olabilir. Çünkü bu binanın oturduğu zeminin özelliğinden. Yapıda kullanılan malzemenin niteliği ile yapının dayanıklılık hesaplarının uygunluğuna kadar bir çok öğeye bağlıdır bu. Demek ki görecelik (relatıvıty) söz konusudur. Örnekse, Temeli kaya zemine oturtulmuş, malzemesi uygun bir yapıya karşın temeli dolgu zeminde olan, gene malzemesi uygun yapı daha olumsuz durumdadır. Aradaki fark, depremin yeğinliği değil, ama temelin oturduğu zeminden ileri gelmektedir. Örnekleri çoğaltma olanağı var. Ama herhalde deprem sırasında yeryüzünde olan yıkımlar yeğinliğin tam karşılığını veremez. Arada daha bir çok etmenin olması söz konusudur.

Gerçekten de 26 Aralık 1939 da gece yarısı gerçekleşen Erzincan depremi, çok büyük yıkım, bunun yanında çok büyük can kaybına yol açmıştır. Bu depremin büyüklüğü 7.9 du. Buna karşılık 1999 yılı İstanbul-Gölcük depremi, ötekine çok yakın büyüklükte olmasına karşın o kadar büyük yıkıma neden olmamıştır. Aradaki fark iki kent arasındaki yapı uygulama biçimi olup, ölçüyü yıkıma gore almanın yanlışlığını ortaya koymaktadır. Dahası, İstanbul-Gölcük depreminde yaşanan bina yıkımları daha çok yapı temelinin oturduğu zeminin elverişsizliğinden kaynaklanmıştır.

Yeğinliği V ya da daha aşağı olan depremlerin değerlendirilmesinin insanların algılama biçimlerine gore yapılması ise bütünüyle yanlış bir tutumdur. Çünkü, insan vardır ruhsal dengesi sorunludur, o kendine göre bir biçimde depremi algılar. Başka bir tip kişi ruhsal yapı olarak güçlüdür, o da daha başka türlü algılar. Bu iki uç arasında bir çok türde ruh yapısı olan kişi vardır. Deprem yeğinliğini hangisine gore hesaplayabilirsiniz?

Görülüyor ki Deprem Yeğinliği konusu yeniden gözden geçirilmeyi beklemektedir. Ya gözden geçirilmeli, ya da bir parametre olarak terk edilerek bunun yerine “DEPREMİN SÜRESİi” hesaplanabilir bir parametre olarak konulmalıdır. Çünkü yeğinliğin taban olarak kullandığı veriler bütünüyle nesnel (objektif) değil, öznel’dir (subjektif). Bu durum, konu dili matematik olan geofizik gibi bir bilim dalıyla hiç bağdaşmamaktadır.

Deprem konusu tartışılırken yer yüzünde olan yıkıntılardan yola çıkıp, bunlar taban alınarak varılan, ister yeğinlik isterse büyüklük konusundaki sonuçlar sağlam olamayacağı gibi bilimsel de değildir. Konuyu bilimsel ortama taşımak için kesinlikle matematiksel yolu seçmek gerekir. Yapıların sağlamlığı konusu, Geofizik uzmanlarını değil, ama İnşaat Mühendislerini ilgilendiren bir özelliktir.

BÜYÜKLÜK (=MAGNİTUDE)

Deprem sırasında açığa çıkan enerjinin bir ölçüsü olarak tanımlanmaktadır. Enerjinin doğrudan doğruya ölçülmesi olanağı olmadığından, USA Carnegie Instıtute’den Charles Francis Richter (1900 – 1985) tarafından 1935 yılında bulunan bir yöntemle depremlerin aletsel ölçüsü olan “Büyüklük = magnitude” tanımlanmıştır. Richter, episantrdan 100 km uzaklıkta, sert zemine yerleştirilmiş özel bir sismografla (2800 büyütmeli, özel peryodu 0.8 saniye, %80 sönümü olan bir Wood-Anderson torsiyon sismografı) kaydedilmiş zemin hareketlerinin micron cinsinden (1 mikron = 1/1000 mm) ölçülen maksimum genliğinin 10 tabanına gore logaritmasını bir depremin “ Büyüklüğü “ olarak tanımlamıştır. Bu güne kadar olan depremler istatistik olarak incelendiğinde kaydedilen en yüksek büyüklük değerinin 8.9 0lduğu görülmektedir (31 Ocak 1906 Colombia – Equador ile 2 Mart 1933 Sanriku – Japonya depremleri).

Büyüklük, aletsel ile gözlemsel büyüklük değerleri olmak üzere iki gruba ayrılabilmektedir.

Aletsel büyüklük, yukarıda da belirtildiği gibi, standart bir sismografla kaydedilen deprem hareketinin maksimum genlik ile peryot değerleri, alet kalibrasyon fonksiyonlarının kullanımıyla yapılan hesaplamalar sonucunda elde edilmektedir. Aletsel büyüklük değeri, gerek hacım dalgaları, gerekse yüzey dalgalarından hesaplanılmaktadır.

Genel olarak, hacım dalgalarından hesaplanan büyüklükler (m), yüzey dalgalarından hesaplanan büyüklükler de (M) ile gösterilmektedir. Her iki büyüklük değerini birbirine dönüştürecek bağıntı denklemleri vardır.

Gözlemsel büyüklük değeri ise, gözlemsel inceleme sonucu elde edilen episantr yeğinliğinden hesaplanmaktadır. Ancak, bu tür hesaplamalarda, büyüklük – yeğinlik bağıntısının incelenilen bölgeden bölgeye değiştiği de göz önünde tutulmalıdır.

Gözlemevlerince bildirilen bir depremin büyüklüğü, depremin enerjisi hakkında fikir vermez. Çünkü deprem sığ ya da derin odaklı olabilir. Büyüklüğü aynı olan iki depremden sığ olanı daha çok hasar yaparken, derin olanı daha az hasar yapacağından arada görüntü olarak bir fark olacaktır. Yine de Richter ölçeği depremlerin özelliklerini saptamada çok önemli bir öğe olmaktadır.

Richter ölçeğinde depremlerin büyüklükleri 1 den 8.5 e kadar olan rakkamlarla belirlenmiştir.

Richter’in verdiği büyüklük sayıları 10 tabanlı logaritmalar olduğundan (1) değeri, 10 büyüklüğünü gösterir. Buna göre (8) değeri, 1 000 000 000 büyüklüğünün karşılığıdır

(Yorum VII – Richter ölçeği depremlerin büyüklükleri ile açığa çıkan enerjilerini belirlemek için gerçekten uygun bir araçtır. Çünkü, dayanağı ile dili matematiktir. Çıkış yeri nesnel (objektif) dir. Bunun sonucu vardığı değerler de nesnel olmaktadır. Bu durumuyla depremlerin büyüklükleri bir parametre olarak gerekli yeri alıyor.

Fakat, yukardaki anlatımda deprem büyüklüğünü ikiye ayırıp, bir de “görsel büyüklük vardır” demek; “richter ölçeğine gore verilen değerler, depremin enerjisi konusunda fikir vermez” kanısına varmak, ne denli nesnellikle bağdaşmaktadır?.. Umarız, bu işle uğraşanların hepsi böyle düşünmüyorlardır. Zira, Richter’in yaptığı hesaplama, matematiğe dayanan rasyonel bir öneridir. Bunu yukarda tırnak içinde verdiğimiz söylemlerle sulandırmaya çalışmak akla, bilimselliğe uygun olur mu?

Richter ölçeğine gore yapılan deprem büyüklüklüklerine karşılık gelen deprem enerjileri depremin olduğu noktadaki (odak noktası) enerjiyi gösterir. Odak noktası derindeyse, deprem dalgaları yeryüzüne ulaşıncaya kadar elbette enerjilerinin bir bölümü litosferce soğurulacaktır. Bunu yeryüzündeki yıkımı gözleyip, ona gore öznel bir karar verme yerine, litosferde soğurulan enerjinin değerini matematik yoluyla hesaplamaya çalışmak daha rasyonel bir davranış olmaz mı? Bu yola neden gidilmez, hesaplama olanağı olmadığı için mi?

Bunun doğru olmadığını artık herkes bilebilir. Çünkü Richter’den sonra farklı sismik dalgalar ile değişik formüller kullanılarak çeşitli büyüklük hesaplama yöntemleri geliştirilmiştir. Bunların içinde enerji soğurulması da vardır. Uzman olmadığım halde benim bile, nereden takıldıysa, aklımda kalan bir formül var : (logEs = 11.8+1.5M). Burada (Es) sismik enerji, (M) Richter ölçeğine göre büyüklüktür.

Deprem olacak mı?.. Nerede olacak?.. Ne zaman olacak?.. Ne büyüklükte olacak?.. Hangi boyda fay kırılacak?.. Birden fazla fay söz konusuysa, hep birliktemi yoksa ayrı ayrı mı kırılacaklar?.. Gibi söylemlerle günün konusu olarak karşı karşıya kalıyoruz.

Şunu hiç akıldan çıkarmayalım ki, elbette şurada ya da burada, bir yerde günün birinde deprem olacaktır. Çünkü üzerinde yaşadığımız Anadolu yarımadasının neredeyse tamamı, değişik derecede deprem bölgesi içindedir. Ancak, Yorum I-II-III de belirttiğimiz nedenler yüzünden bunun nerede, ne zaman, ne büyüklükte olacağı ile fayların kırılma düzenlerinin ne olacağını önceden kestirmeye hiç bir türlü olanak yoktur. En azından rasyonel düşünceye göre bu böyledir.

Buna karşın, acaba istatistikteki olasılık hesabı kullanılarak bir kestirim yapılabilir mi?.. Evet, elimizde ancak bu olanak vardır. Ama bununla alınacak sonuç (a) kadar yıl içinde (%b) kadar olasılık vardır biçiminde olacaktır. Bu da bize kesin bir bilgi vermiş olmuyor. O zaman, yarın ya da öbürgün şurada falan büyüklükte bir deprem olacak deyip duranlar ne yapıyor ya da ne yapmak istiyorlar?

Pitigrilli’nin bir deyişini hemen anımsayalım “ duran bir saat, 24 saat içinde iki kez doğru zamanı gösterir” Bir kişi de sürekli olarak “ yarın deprem olacak “ derse, günün birinde haklı çıkacaktır. Çünkü bilindiği gibi bölgemiz deprem bölgesidir. Kaldı ki, bir gün nasıl olsa öleceğini bilen bir “fani” olan insana her gün sürekli olarak “yarın ölebilirsin” diyerek, ne kadar yararlı olduğunuzu düşünebilirsiniz? Daha doğrusu bunun ona ne gibi bir yararı olur?(!)…Ama, gerçekleştirilmeye çalışılan budur…

O halde yapılan bir felaket falcılığıdır. Bunu da kendi falcılık yetenekleriyle değil de, uzak geçmişteki ünlü falcıların (örnekse, Nostradamus) söylemlerine dayanarak yapıyorlar. Nostradamus ne demiş? : 2005 yilında Anadoluda, 2012 yılında da Ege’de büyük felaket olacağını söylemiş. Bizimkiler de bunları ele alıp “deprem oldu,olacak“ demekteler. Ama, Nostradamus’un kehanetlerinde zaman bazan kayabiliyor, 2005 yılı için söylenen deprem 1999 yılında olmuş olmasın?(!) Ya da acaba 2012 yılı için bildirilen felaket depremden başka bir şey olmasın?(!)

Böylesi alıkça işlerin yapılma nedenleri de vardır elbette. Bunlardan bir bölümü gündemde kalmak için yapılıyor: Bunlar ün meraklılarıdır. Bir bölümü, bazı grupların çıkarı doğrultusunda bunları söylüyor. Başka bir bölümü koyu bigisizlikten, daha başka bir bölümü de sadece felaket tellallığı yapmış olmak için bu söylemleri yapıyor.

Bütün bunların sonunda bize düşen, “Hiç ölmeyecekmiş gibi çalış, yarın ölecekmiş gibi ibadet et” deyişini deprem gerçeğine uygulayarak yaşamımızı sürdürmektir.

Fakat ister hayal (fictive) deyin, isterse gerçek olarak kabullenin, deprem konusunda çok değişik, çok ilginç bir başka sav (iddia) daha vardır.

Bu sava göre 1999 yılında yaşanan İstanbul-İzmit-Gölcük depremi, insan eliyle yapılan deneysel bir depremdir. Yapanlar ya da yaptıranlar da ABD ile İsrail’ dir. Bunların iki amacı olduğu söyleniyor : (1) Aralarında elektro-sismik haberleşmeyi sağlayabilmek; (2) Büyük bir depremin etkisini azaltmak için önceden yapılacak yapay bir depremle o faydaki enerjiyi denetim altında boşaltmak. Bunun için de, Kuzey Anadolu fay sistemiyle ikiz kardeş kadar benzeşen California San Andreas fayında yapılacak uygulamanın bir laboratuvar deneyi olarak Kuzey Anadolu fay sisteminin batı ucunun kullanımı düşünülüp uygulanmıştır. Ama hesaplar doğru çıkmamış, iş denetimden kurtulup bildiğimiz 1999 yılı deprem felaketi Türkiyede gerçekleşmiştir. Bu çerçevedeki bütün bilgileri, ayrıntılı olarak internette bulabilirsiniz.

Söylendigine gore bu iş için Nikolaus Tesla’ nın bir buluşu olan “düşük frekanslı elektromanyetik ışınımla yüksek enerji nakli” tekniği, gene Tesla’ın yapmış olduğu bir enerji makinasıyla kullanılmlştır. Ayrıca ABD de yapılan, Highfrequency Active Auroral Research Program (HAARP) isimli araştırma programında da Tesla’nın buluşlarından yararlanılmaktadır. Bu araştırma ile Tesla’nın buluşları gerçektir. Ama yukardaki paragrafta sözü edilenler ne denli doğrudur? Bunu bilmeye olanak, ne yazık ki yok.)

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*

Şu HTML etiketlerini ve özelliklerini kullanabilirsiniz: <a href="" title=""> <abbr title=""> <acronym title=""> <b> <blockquote cite=""> <cite> <code> <del datetime=""> <em> <i> <q cite=""> <strike> <strong>