Gündelik konumuz olan d e p r e m’ e, aklımın sürekli olarak yoğunlaştığını belirtmek Isterim. Deprem dolaylarında herkes birşeyler söyleyip anlatmakta. Bunların içinde jeofizik uzmanlarının söylemleri, bazan bizi dehşete bile düşürüyor. İşin uzmanı olmadığımdan, olgunun özüne varabilmek için bir araştırma yapıp, sonrasında kendim bazı fikirlere ulaştım. Bunları burada paylaşıp, tartışmak istiyorum.
Önce araştırma sonuçlarına bir göz atalım.
DEPREM NEDİR, NASIL OLUŞUR?
(Anlatmada kolaylığı sağlamak bakımından yazı içinde yeri geldiğinde kendi düşüncelerim parantez içinde, italik harflerle verilecektir).
Yerkabuğu içindeki kırılmalar nedeniyle ortataya çıkan titreşimlerin dalgalar halinde yayılarak geçtikleri ortamlar ile yeryüzünü sarsma olayına “deprem” diyoruz = (TEKTONİK DEPREM). Bunun dışında, depremler, yerel olarak, volkan patlamalarıyla (VOLKANİK DEPREM), büyük yeraltı mağaralarının tavanlarının çökmesinden oluşabilir (ÇÖKÜNTÜ DEPREMİ) ki, bu son ikisi buradaki konumuzun dışındadır. Biz tektonik depremler üzerinde duracağız.
Dünya gezegeninin iç yapısı konusunda, jeolojik – jeofizik çalışmalar sonucu elde edilen verilerin desteklediği bir yeryüzü modeli vardır. Bu modele gore, yerkürenin dış bölümünde yaklaşık 70 – 100 km kalınlığında oluşmuş bir taşküre (Litosfer) bulunur. Kıtalar ile okyanuslar bu taşküre üzerinde yer alırlar. Litosfer ile çekirdek arasında kalan, kalınlığı 2 900 km olan kuşağa Manto adı verilir. Mantonun altındaki çekirdeğin Nikel-demir karışımından olduğu Kabul edilmektedir.
Manto genelde katı olmakla birlikte yüzeyden derine inildikçe içinde yerel sıvı ortamları barındırmaktadır.
Taşkürenin altında Astenosfer denilen yumuşak Üst Manto bulunur. Burada oluşan kuvvetler, özellikle konveksiyon akımları (ısı yayımı) nedeniyle, taşkabuk parçalanıp bir çok “ Levha “ lara bölünmektedir. Üst mantoda oluşan konveksiyon akımları, radyoaktiviteye bağlı yüksek ısıya bağlanmaktadır. Konveksiyon akımları yukarılara yükseldikçe taşyuvarda gerilmelere, daha sonra da zayıf bölgelerin kırılmasıyla levhaların oluşmasına neden olmaktadır. Halen 10 kadar büyük levha ile çok sayıda küçük levhalar vardır. Bu levhalar, üzerinde duran kıtalarla birlikte, Astenosfer üzerinde sal gibi yüzmekte olup, birbirlerine gore insanların algılayamayacağı bir hızla hareket ederler.
(Yorum I – Hiç unutmayalım ki, levhaları oluşturan, sonra da bunların birbirlerine gore harekete geçmesini sağlayan konveksiyon akımları ile bunların oluşumunun nedeni olan radyoaktivitenin değeriyle bunlardan ortaya çıkacak güçlerin büyüklüğünün önceden bilinip hesaplanamayacağı açık bir gerçektir).
Konveksiyon akımlarının yükseldiği yerlerde levhalar birbirinden uzaklaşmakta, buradan çıkan çıkan sıcak mağma da okyanus ortası sırtlarını oluşturmaktadır. Levhaların birbirlerine değdikleri bölgelerde sürtünmeler ile sıkışmalar oluşur. Sürtünen levhalardan biri aşağıya mantoya batıp ergiyerek yitip gider. Bunlar yitme zonlarıdır. Konveksison akımlarının neden olduğu bu ardışıklı olay taşkürenin altında sürüp gitmektedir.
İşte yerkabuğunu oluşturan levhaların birbirine sürtündükleri, birbirlerini sıkıştırdıkları, birbirlerinin üstüne çıktıkları ya da altına girdikleri bu levhaların sınırları dünyda depremlerin oldukları yerler olarak karşımıza çıkmaktadır. Dünyada olan depremlerin hemen büyük çoğunluğu bu levhaların birbirlerini zorladıkları levha sınırlarında dar kuşaklar üzerinde oluşmaktadır.
Birbirlerini iten ya da ötekinin altına giren iki levha arasında, harekete engel olan bir sürtünme kuvveti vardır. Bir levhanın harekete geçebilmesi için bu sürtünme kuvvetinin giderilmesi gerekir.
(Yorum II – Depremin ortaya çıkması için gerekli olan levha hareketlerini önleyen ya da bunu geciktiren sürtünme kuvvetinin büyüklüğü ile bunu yenip levhayı harekete geçirecek kuvveti de hesaplama olanağı hiç bir zaman yoktur).
İtilmekte olan bir levha ile öteki levha arasında sürtünme kuvveti aşıldığı zaman bir hareket oluşur. Bu hareket çok kısa bir zaman biriminde gerçekleştiği gibi şok niteliğindedir. Sonunda çok uzaklara kadar yayılabilen deprem dalgaları ortaya çıkar. Bu dalgalar geçtiği ortamı sarsarak, depremin oluş noktasından uzaklaştıkça enerjisi azalarak, yayılır. Bu sırada yeryüzünde, bazan gözle görülebilen, kilometrelerce uzanan FAY adı verilen arazi kırıkları oluşabilir. Bu kırıklar bazan yeryüzünde gözlenemez, yüzey tabakaları ile gizlenmiş olabilir.
Depremlerin oluşumunun bu biçimde “ Elastik Geri Sekme Kuramı “ adı altında anlatımı 1911 yılında USA da John Hopkins Üniversitesinden Jeoloji Profesörü olan Henry Fielding Reid tarafından ortaya atıldığı gibi, laboratuvarlarda yapılan deneysel çalışmalarla da doğrulanmıştır.
Bu kurama gore, herhangi bir noktada, zamana bağımlı olarak, yavaş yavaş oluşan birim deformasyon birikiminin elastik olarak depoladığı enerji, kritik bir değere eriştiğinde, fay düzlemi boyunca var olan sürtünme kuvvetini yenerek, fay çizgisinin her iki tarafındaki kayaç bloklarının birbirine göre hareketlerini oluşturmaktadır. Bu olay ani yer değiştirme hareketidir. Bu ani yer değiştirmeler ise bir noktada biriken birim deformasyon enerjisinin açığa çıkması, boşalması, başka bir deyişle mekanik enerjiye dönüşmesiyle yer katmanlarının kırılma, yırtılma hareketi meydana gelmektedir. Sonuç ise deprem dediğimiz doğal olaydır.
(Yorum III – Konveksiyon akımlarını meydana getiren nükleer olayların ne özlerini, ne de içyüzlerini bilebilmemize olanak olmadığı gibi, bunların ortaya çıkardığı güçlerin büyüklüğünü hesaplamak, dahası tahmin bile edebilme olanağımız yoktur. Bunun gibi, bu güçlerin ne kadar zaman içinde kritik değerlere erişip yeryüzü levhaları arasındaki sürtünme kuvvetlerini aşarak onları karekete geçireceklerini de bilemeyiz).